Mısır’ın geleceğine ilişkin görüş ve öngörüler oldukça farklılık gösteriyor. Bazı siyasi yorumcular, Mısır’daki halk hareketini, 1978-79 yıllarında İran’da gerçekleşen ve İslam devrimine yol açan eylemlere benzetiyorlar. Ancak bu benzetmeyi kimi umutla, kimi ise korku ile yapıyor. Bu yazımızda ayrıca iki yeni yayından ve Gözlem Yayınevi’nin atılımlarından söz ettik
Yazılarımı genelde hafta sonları tatil günlerinde kaleme alıyorum. Beş yıl boyunca ‘Bakış’ başlığı altında dış politikaya yönelik köşe yazılarımdan sonra, İvo Molinas ile 11 yıllık yayın yönetmenliğim sırasında ve onun genel yayın yönetmenliği döneminde iki yılı aşkın bir süredir, tamı tamına 13 yıl ‘Başyazı’yı dönüşümlü olarak yazdık.
Medyada bir örneğine daha rastlamadığım bu ‘sui generis’ (kendine özgü) yöntem zamanla gazetenin pek çok yazarı ve köşe yazarı tarafından benimsendi ve biz on üç yıl boyunca makalelerimizi hiç aksamadık, ‘izinde olduğundan’ veya ‘seyahat nedeniyle bu hafta yazısına yer veremedik’ türündenaçıklamalarda bulunmak zorunda kalmadık.
Geçirdiğim küçük ve önemsiz bir tıbbi müdahale nedeniyle ‘gözlerimi kullanma’ olanağım yazılarımı kaleme aldığım günlerde sınırlanmasına rağmen, bir bütünlük içinde olmasalar dahi izlenim ve bazı görüşlerimi aktarmayı ve daha nice yıllar sürmesini dilediğim bu uygulamayı bozmamayı yeğledim.
SALZMANN’DAN TÜRKİYE YAHUDİLERİ
Daha evvelce Gözlem Yayınları tarafından 1991 ve 2003 yılında iki baskısı yayımlanan “Anyos Munchos i Buenos”un genişletilmiş bir baskısı, “Travels in search of Turkey’s Jews” adı altında Libra tarafından yayınlandı. Oldukça şık bir görünüme sahip kitabın arka kapağında yer alan ve Türkiye Yahudilerinin yaşamlarından kesitler sunan “Turkey’s Sefaradim: 500 Years” adlı DVDyi seyrettim.
Laurence Salzmann tarafından çekilen ve Ayşe Gürsan Salzmann’ın yorumlarını içeren belgesel 27 yıl kadar önce gerçekleştirilmiş.
Sanki yıllar sonra eski bir albümdeki fotoğraflara bakıyormuşum gibi nostaljik bir duyguya kapıldım. 1980’li günler de tarih olmuş; Hahambaşı Rav İsak Haleva’nın aynı sıcak ifadesinin yer aldığı sakalsız hali, Büyükada Horoz Çayhanesi’nde Judeo-Espanyol lisanında şarkılar söyleyerek ‘remi’ veya ‘kumkam’ oynayan yaşlı hanımlar, ada vapurlarının güvertelerindeki kalabalık, canlı sohbetler…
TÜKÇE-İBRANİCE SÖZLÜK
‘İlk’ Türkçe-İbranice sözlüğün yayımlandığını önce sosyal iletişim ağlarından, sonra da gazetemizde yer alan haberden öğrendim. 16 binden fazla sözcüğü içeren bu kapsamlı çalışma nedeniyle İsrail Benyakar ve Yuda Siliki’yi kutlarım. Hep sözü edilen, ancak yıllar boyu gerçekleşmeyen bir proje nihayet hayat buldu. Bu lisanı bilen veya öğrenmek isteyenlere sözlüğün son derece yararlı olacağına inanıyorum.
İsrail’de satışa sunulan bu eserin Türkiye’de de alıcı bulacağından eminim. Türkiyeliler Birliği’nin desteği ile 200 göçmene ücretsiz olarak hediye edilecek sözlüğün Gözlem Yayınevi’nden de sağlanması mümkün olabilecek. Ayrıca Gözlem Yayınları’nın bazı kitap ve CD’leri bundan böyle ABD’de ‘on line’ satış yapan www.tulumba.com ve amazon’dan elde edilebilecek.
Ancak yeni Türkçe-İbranice sözlüğün bir ‘ilk’ olmadığını, elimde 1978 yılında baskıya giren ve ‘Şimon Toledo’ tarafından hazırlanan belki çok daha dar kapsamlı bir İbranice-Türkçe sözlüğün mevcut bulunduğunu da belirtelim.
MISIR YOL AYIRIMINDA: DEMOKRASİ Mİ ASKERİ CUNTA MI?
Mısır’daki ayaklanmalar ile ilgili herkes yazdı, yorumlarını kaleme aldı. Ben olayların patlak vermesinden tam üç ay önce, 3 Kasım 2010 tarihli yazımda; “Mısır’da cumhurbaşkanlığı görevinin sorunsuz devredilememesi durumunda iktidar Müslüman Kardeşlerin eline geçebilir mi ?” sorusunu yöneltmiş ve ayrıca görüşlerimi 2 Şubat 2011 tarihli “El-Cezire’nin gücü” başlıklı yazımda aktarmıştım.
Gelişmelerle ilgili olarak, ilk kez İsrail ve İran’ın bir konuda aynı görüşte birleşmeleri bana ilginç geldi. İran Meclis Başkanı Ali Laricani şöyle demekte: “Mısır, Tunus, Ürdün ve Yemen’deki protesto hareketleri İslam devriminden ilham alıyor. Gerçekte bu ülkeler İran devriminin yankısının etkisi altında bulunuyorlar.”
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bölgedeki ayaklanmalarda İran devriminin etkisini değerlendirirken, durumdan hiç memnun olmamasına karşın benzer bir söylem içinde bulunması kayda değer.
Netanyahu, İran’ın destek verdiği bazı ülkelerde, radikal İslam yanlılarının iktidara gelmelerine neden olabilecek gelişmelerden ve Mısır’ın sürüklendiği kargaşa ortamından yararlanabilecek bu grupların iktidarı ele geçirmelerinden endişe duymaktaydı.
1970’li yılların sonlarında İran’da olduğu gibi yoksulluk, halktaki hoşnutsuzluk, memurlar arasında büyük boyutlara varan rüşvet, Mısır’da da milyonlarca insanı sokağa çıkardı. Mısır’daki halk hareketi ile İran’da İslam devrimine yol açan eylem arasında bir benzerlik olabilir mi?
İran devriminin başında karizmatik bir lider vardı.Ayetullah Humeyni karşıtları tarafından bile devrimin bayrağı olarak kabul edildi. Protesto hareketine katılanlar Humeyni’ye birleştirici bir lider gözüyle ile baktılar.
Yaklaşık 15 yıl mülteci hayatı yaşamak zorunda kalan Ayetullah Humeyni, ülkesi dışında aktif propaganda çalışmalarını sürdürerek İran’daki en ücra köşelere, küçük camilere bile görüşlerini videokasetler ile göndermişti. Onun sesini duymayan kalmamıştı. Aynı karizmatik ve birleştirici lideri Mısır’da görmek mümkün değil.
Mübarek’in gecikmiş istifasından sonra, yönetimin Yüksek Ordu Konseyi’ne devredildiği Mısır’daki durum ile İran devrimi arasındaki farklılıkları şöylece özetleyebiliriz:
İran’da dini temellere dayanan bir devrim gerçekleşmiştir. Mısır’da bir halk ayaklanması söz konusudur. Bunun askeri bir darbeye mi dönüşeceği, yoksa demokrasi yönünde bir başlangıç mı oluşturacağı henüz belirsizliğini koruyor.
Mısır meydanlarındaki kalabalığın bir nedeni de işsiz olan halkın kahvelerde vaktini geçirmek yerine sokakları doldurmayı yeğlemesidir. 300 kişinin yaşamını yitirmesine rağmen İran devrimindeki gibi silahlı bir direnişe hazır bir gücün varlığı tartışma götürür. Oysa muhalefetin tek örgütlü temsilcisi Müslüman Kardeşler ihtiyatlı davranmayı tercih etti.
İran devriminde ABD, ülkeye demokrasiyi getirebileceğini ümit ederek önemli bir yanılgıya düştü. ABD Başkanı Barack Obama ise Ortadoğu’da istikrarı demokrasiye tercih etmekte ve Mısır’da yeniden dengeleri sağlamayı düşünmektedir.
Kanımca ne şimdi ve ne de gelecekte, ne Mısır ve ne de Tunus veya diğer Arap ülkelerinde İran devriminde olduğu gibi dini bir liderin etrafında bir bütünleşme beklenmemelidir.
İran, Mısır ve Tunus’taki gelişmeler arasında dış görünüşte benzerlik olmasına rağmen Arap ülkelerinde radikal dini partilerin iktidara gelmeleri söz konusu değildir. Bu ülkelere demokrasinin gelmesi ve Türkiye’de olduğu gibi bir modelin benimsenmesi bölgede arzulanan istikrarı sağlayabilir. Yeter ki Mareşal Tantavi veYüksek Ordu Konseyiyetkilerini devretmeye hazır olsun ve ülkede serbest, adil seçimlere gidilsin.