Uzun zamandır inancım şuydu: Ara ara yanlış yapılabilir. Herkes hoş görür, çünkü genelde doğrular ağır basar. Hani sınav mantığının tam tersi ile düşünürsek: dört doğru bir yanlışı götürür demek gibi… O inancım yok oldu. Hata yapmayın! Daha doğrusu ortaya çıktığında genel çizginizi bozacağına inandığınız hiçbir şey yapmayın. Yaparsanız da öne çıkıp onu kabul edecek kadar hareketinizle barışık olun. Zira her eylemin toplum tarafından masaya yatırılarak yorumlanması (iyi ya da kötü) kaçınılmazdır.
İnsanların hoş görüsüne ve ketumiyetine kalarak, anlayış dileyerek aslında doğru bir insan olduğunuzu kendinize ve başkalarına telkin ederek bir yere varamazsınız. Yeni hayat düzeninde yargı sistemleri toplumların elinde. Toplumların bilinci de çok güçlü. Kolektif bilinç, telepati gücüyle her eylemi yargılıyor. Sözle kişiye doğrudan ifade edilen bir şey yoksa da. Hatta çoğu zaman sessiz. Kolektif bilinç, küçük egoların birleşerek popüler kültürü ve inançları oluşturmasını sağlıyor. Köşe yazarları da bu bilince katkıda bulunuyor çoğu zaman.
“Düşüncelerin paylaşılarak daha objektif bir platformda masaya yatırılması doğrudur” diyenleriniz olabilir. Ne de olsa gelişmiş yargı anlayışına sahip ülkelerde bile jüri sistemi vardır. Bir kişinin vardığı karardan ziyade, dedikodu yapılarak da olsa varılan yargı daha güvenilir, daha mantıklıdır. Tuzu kuru insanlar “önemli olan o yargılamaya maruz kalmamak” deyip geçebilir...
Ancak dedikodu olarak genellenebilecek bu yargı mekanizmasını yine de biraz inceleyelim…
Dedikodu için kibarca ‘topluluk içinde yapılan fikir teatisi’ denilebilir. Bunu iddia edenlere bir önerim olacak: Kendinizle çelişmeyin. Elbette gün gelip masaya yatırılan konu sizi de kapsar. ‘Hakkımda yapılan dedikoduya şaşırdım/üzüldüm’ ruh haline bürünmemek gerek. Ne de olsa fikir teatisinde bulunuluyor.
Dedikodudan rahatsızlık duyuyorum, ama çevrem yaparsa kulak kabartıyorum diyebilirsiniz. Ancak bu da pek sağlıklı değil. Zira bunun hayat tarzınız olmasına izin veriyor ve bu rahatsızlık duyduğunuzu söylediğiniz insanları içinizde barındırıyorsunuz... O halde kendi içinizde çelişiyorsunuz.
Hayatın doğrularını ve yanlışlarını bin nasihat /bir musibet misali deneyerek bulmak lazım falan diye ahkâm kesmeye devam etmek isterdim. Sosyal yargının çarklarına girmeyecek her tür konuda deneye devam, ama ‘asla dedikodunun gücünü hafife almayın’ diye söylemi hafif çeviriyorum.
Zira artık bir yanlış en az iki doğruyu götürüyor…
Not: Bu satırlar baskıya girdiği sırada ben Salon İKSV’de Alain de Botton ile hoş bir muhabbette olacağım. Umarım bu cümlemdeki eylemi ciddiye alarak Tuna Kiremitçi’nin çello sanatçısı Jacqueline du Pré için kaleme aldığı hayranlığı gerçek sanan İclal Aydınvari bir feverana kapılmazsınız. Alain Bey’in seviyeli bir sohbet sürdüreceğine inanıyorum. Umarım içerik beklentimi boşa çıkarmaz. Bir dahaki yazımda paylaşmak üzere…