Adalet nerede?

Sibel CUNİMAN PİNTO Köşe Yazısı
16 Şubat 2011 Çarşamba

Bu ay Laëtitia’nın dramı kamuoyunun gündemindeydi. Genç kızın anne ve babasıyla yaptığı görüşmenin ardından Cumhurbaşkanı yargıyı göreve çağırdı. İşte o an olanlar oldu. Adalet sistemi durdu; mahkemeler grevde, siyah ‘cüppeliler’ sokaklarda…

18 Ocak akşamı 18 yaşındaki Laëtitia, yaşadığı Loire-Atlantique bölgesindeki Pornic kasabasında kayıplara karışır. Sabaha karşı kızkardeşi, motorsikletini evin yakınına park etmiş bulur, anahtarları üstündedir, yanında da genç kızın ayakkabıları vardır. 20 Ocak’ta, görgü tanıklarının tespit ettiği, yakınlarda bir karavanda yaşayan 30 yaşındaki Tony Meilhon tutuklanır. Önce suçu reddeden Meilhon, sonraki günlerdeki sorgulamasında Laëtitia’yı ‘kaza eseri’ öldürdüğünü itiraf eder ama kızın cesedinin nerede olduğunu söylemez. 1 Şubat günü kaybolduğu bölgeye 50 km mesafede, Meilhon’un sürekli balık tutmaya gittiği le Trou Bleu Gölü’nde kızın vücudunun bazı parçaları bulunur. Tecavüz edilmiş, boğazlanarak vahşice öldürülmüş, vücudu parçalara bölünmüştür.

Tony Meilhon’un sabıka dosyası oldukça kabarıktır, 13 kez hüküm giymiş bir multirécidiviste’tir. Son mahkumiyetinde iki yıl izlenmesi ve tedavi edilmesi gerektiği karara bağlanmışsa da 2010 Şubatında tahliyesinden sonra takibi yapılmamıştır. Üstelik tahliyesinin ardından hakkında biri tecavüz olmak üzere 7 kez şikayet olmuştur.

Olayın üzerine İçişleri ve Adalet Bakanları yargı mekanizmasında bir ‘zafiyet’ olduğunu belirtirler. Cumhurbaşkanı da ilgili yargıçları eleştirir ve adalet mekanizmasının iyi çalışmadığını vurgular. Böyle bir dramın takipsiz kalamayacağını, suçun kadere yüklenmesini ise asla kabul etmeyeceğini açıklar. Bu sözler üzerine Fransa tarihinde ilk kez bu çapta bir protesto yaşanır: Mahkemeler kapanır, acil durumlar haricinde tüm oturumlar ertelenir, savcısından hakimine, avukatından katibine tüm adalet çalışanları sokaklara dökülür. Geçen perşembe ülke genelinde protesto yürüyüşleri düzenlerler, çalışma şartlarının zorluklarından, bütçe ve elemen eksikliğinden şikayet ederler.

Yapılan araştırma sonuçları halkın üçte ikisinin protestocuları desteklediğini gösterdiyse de iki farklı görüş dile getirilir: “Adalet sistemimiz bu kadar çürümüş olmasaydı bu barbarlık gerçekleşmeyecek, bu genç kız bugün hayatta olacaktı. Bu ne ilk dram ne de maalesef son dram. Gerçek sıkıntı olmasa bu kadar insan yollara boşu boşuna dökülür mü? Sektördeki çalışanları suçlamak kolay, oysa ilk suçlu adalet bütçesini kırpa kırpa kuşa çeviren devlet değil midir?” diyenler Bobigny mahkemesinin tebligat yapmak için posta masrafını dahi karşılayamadığı örneğini verirler. “Yapılan hatalar ve ihmallerden sorumlu olan adalet görevini yapsın, politika yapmasın. Şartlar ne olursa olsun Laëtitia’nın dramı üzerinden prim toplamaya çalışmasınlar,” diyenlerse tartışmaları alevlendirir.

Perşembe akşamı bir televizyon programına katılan Sarkozy işsiz insanlar gibi ülkenin daha önemli sorunlarının kendi gündeminde öncelikli olduğundan dem vurur, adalet dünyasının iş güvencesinden bahseder. Bu sözler şok etkisi yapar. Savcılar Sendikası USM Cumhuriyet bu tarihi tepkiyi anlamak, hatta duymak istemeyen bir cumhurbaşkanı ile karşı karşıyadır. Adalet dünyasının derin rahatsızlığını hafife alan, küçük gören bir anlayışı kabul edemeyiz’ der. Fransız Savcılar Derneği sözleri ‘delilik’ diye niteler, “Fransa’daki suçların sorumlusu yargıçlar değildir. Biz kendimiz için bir şey istemiyoruz. Mücadelemiz adalet için; adalet savcıların sorunu değil, tüm vatandaşların sorunudur der. 

Tatmin olmayan siyah ve kırmızı ‘cüppeliler’ greve devam kararı alırlar. Protestoların Fransız demokrasisinin olmazsa olmazı olduğu düşünüldüğünde evet, halk her şartta kendini özgürce ifade etmektedir.

***

Gergin sosyopolitik ortam içinde küçük Umut ablası için umut olabilecek mi?

Profesör René Frydman geçen hafta Fransa’da ilk ‘ilaç-bebeğin’ doğumunu müjdeler. Clamart Hastanesi’nde doğan minik Umut, genetik bir hemoglobin hastalığı olan abla ve abisinin hayatını kurtarabilecek mi? Öncesinde sadece tedavisi olmayan ağır hastalık teşhisi için embriyo analizi mümkünken 2004 Bio-etik Yasası double DPI(diagnostic préimplantatoire) yoluyla embriyoların hem hastalıklı hem de nakil amaçlı, abi/abla hastalıklarına uygun olup olmadığı şeklinde iki kez kontrol edildikten sonra kullanılmasına izin veriyor.  

Katolik kilisesinin, amaç ne olursa olsun bir insan hayatının başka birileri için entrümantalize edilemeyeceği beyanı bir yana, Frydman yaptığı basın açıklamasında yasada çok ciddi kontroller olduğunu, tıp alanındaki bu güzel gelişmenin uzun soluklu araştırmalarla sürdürülmesini gerektiğini belirtir. Geçen aralıkta Monde Magazine’e verdiği röportajda 67 yaşındaki Frydman ‘kendi dünyam’ dediği Yahudi göçmen ailelerinde doktorluğun ‘ayrılmak gerektiği durumlarda gidilen her yerde geçerli olacağından iyi bir meslek’ kabul edildiğini içtenlikle anlatır. 1966 yılında kürtaj yaptıklarını açıklayan 121 doktorun beyanında imzası olan sıradışı profesör, 24 Şubat’ta 29 yaşını kutlayacak olan ilk Fransız tüp bebek Amandine’in de  ‘bilimsel babası’.

Tüp bebek yöntemiyle üçüncü çocuk sahibi olmak üzere hastaneye başvuran Türk çiftten iki embriyo elde edildiğini, sadece tekinin uygun olduğu tespit edildiyse de Umut’un ailesinin her iki embriyoya aynı şansı vermek istediklerinden her ikisinin de rahme yerleştirildiğini vurgulayan Frydman sadece ‘doğru’ embriyonun tuttuğunu belirtti. ‘Seçimi biz yapmadık ki’ diyen profesör önümüzdeki günlerde, her iki haftada bir kanı değiştirilen ablasına aktarılacak olan kök hücrenin ablanın hayatını kurtarmasını umut ettiklerini vurguladı. 

Fransa’da ilk olmakla birlikte daha önce ABD, Belçika ve İspanya’da uygulanan ve büyük tartışma/polemiklere neden olan bu ‘designer baby’ olayı yıllar önce okuduğum bir kitabı hatırlattı bana-Jodi Picoult’nun ‘My Sister’s Keeper’. Cameron Diaz’ın başrölünde oynadığı filmi de yapılan kitapta lösemi hastası ablası Kate’in yaşamını kurtarmak için doğan minik Anna hastanelerde geçen hayatına 13 yaşına geldiğinde dur demek ister. ‘Artık vücüdunu kendi istediği gibi kullanma hakkı’nı talep eder ve anne-babasına dava açar. Pişmanlık, suçluluk, haklı kimi duyguları içinde gidip gelen melodram beni derinden etkilemişti. Umarım Umut ve kardeşlerinin önünde çok daha umut dolu bir gelecek olsun.