Tunus’ta başlayan ve etkilerini Arap dünyasının önemli ülkesi Mısır’da sürdüren ayaklanmaları, popüler bir söylemle ‘ezilen ve sömürülenler’ edebiyatına bağlamak ve kestirip atmak işin en kolayı…
Her iki ülkede ve muhtemelen daha birçok Ortadoğu ülkesinde karşılaşılabileceği üzere, otoritenin yanlış tecellisi, diz boyu yolsuzluklar, haksızlıklar, suiistimaller, elbette sokakları hareketlerinden önemli etkenler… Refah dağılımında görülen akıl almaz çarpıklıklar, fırsat eşitsizliği, işsizlikle yoğrulmuş umutsuzluk, hep aynı söylemi dile getiren yıllanmış siyasi karakterlerin gözden düşmesine, zaman içinde düşmanlaştırılmalarına neden oldu…
1979’da Amerikan Başkanı Jimmy Carter, Şah’ı gözden çıkarıp İran’a demokrasiyi getirmek adına Ayetullah Humeyni’yi destekleme kararı alırken, muhtemelen benzer bir duruma yer vermemek amacını güdüyordu. Bugün, bir diğer Amerikan Başkanı Barack Obama, başkanlığı döneminde ilk ziyaret ettiği başkentlerden Kahire’deki olayları sıkıntı içinde izliyor olsa gerek…
Hüsnü Mübarek, yardımcısı olduğu Enver Sedat’ın 1981’de Müslüman Kardeşler tarafından öldürülmesinden sonra devir aldığı başkanlığı süresince Amerika’nın ve genel anlamda batının yakın destekçisi bir devlet adamı olmuştu. Bundan birkaç hafta öncesine dek Mısır’da kimse, böylesi güçlü bir liderin iktidarı bırakıp gideceğini düşünemezdi: Mübarek, modern bir firavun, Mısır’ın ve Mısırlıların babası gibi olmuştu. İsrail’le barış anlaşmasının maddelerine sadık kalması, radikal İslam’ın siyasileşmesine izin vermemesi, her şeyin ötesinde kendisini uluslararası alanda bölgenin güçlü simalarından biri haline getirmişti.
Başkanlığının ilk dönemlerinde başlattığı demokratikleşme hareketlerine zaman içinde son vermiş ve ‘ülkesinin iyiliği’ için mutlakiyete yakın bir dikta rejimini hayata geçirmişti… İşin garibi, kendi ülkelerinde demokratikleşmeyi savunanlar, bölgedeki istikrarın devamı ve olası belirsizliklere set çekmek için bu paradoksu kabullenmişlerdi. Tunus ve özellikle Mısır örneğinde olduğu gibi, Washington’un elini kolunu bağlayan işte paradoksun bu karakteri olmuştu. Demokrasiyi getirmek adına Irak’a giren Amerika’nın, halkın sokağa dökülüp liderini istifaya zorladığı Mısır’da kendi ile çelişkiye düşmeden hareket etmesi, beklenecek bir durum olsa gerekti. Öyle de oldu!
Peki Mısır’a demokrasi hemen gelecek mi? Mübarek’in gidişi etrafında işbirliği yapan muhalifleri ikinci etabı başarı ile geçecekler mi? Daha ötesi, Mübarek’in gidişinden sonraki ikinci etap ne olacak? Sivil darbenin mimarları bu detaylar üzerinde asgari müşterekte birleştiler mi?
Demokrasi, halkın kendisini idare edecek olanları seçmesi demek basitçe. Ama bu yeterli değil. Demokrasi, güçler ayrılığı demek, ama bu da yeterli değil. Demokrasi seçenin seçileni kontrol etmesi, icraatlarını denetlemesi, kısaca ondan hesap sorması demek… Muhtemelen bu da yeterli değil… Bu tarifle bile yetinip Mısır’a bu açıdan baksak, bir devlet geleneği olmayan bu ülke insanlarının bu denli zor bir sınava hazır olmaları beklenir mi?
Bu satırların yazıldığı esnada, Kahire’den ayrılan Mübarek’in yetkileri orduya devrolmuş durumda. Ordu yaptığı ilk açıklamalarda ülkede yakın bir gelecekte seçime gidileceğini açıklamış bulunuyor. Arzu edilen tek parti döneminin kapanması ve çoğulcu seçimlerin hiçbir baskı olmadan yapılması… Ancak içinde bulunulan zor durum daha bunun için uzunca bir zaman bekleneceğinin habercisi. Ondan öte, uzun yıllar sistemin dışında hareket etmeye zorlanmış veya böylesi işine gelmiş Müslüman Kardeşlerin ne gibi bir tavır takınacağı ve demokratik yaşamın bir parçası olup olmayacağı da açıklığa kavuşması gereken bir durum.
Bir diğer bilinmeyeni Mısır Ordusu netleştirdi: Kahire, İsrail ile imzalanan ve Enver Sedat’ın 30 sene önce suikaste kurban gitmesine neden olan barış anlaşmalarının maddelerine sadık kalacak… Bu açıklama, başta İsrail olmak üzere tüm Arap başkentlerini ve hiç kuşkusuz Washington ile diğer batı ülkelerini de rahatlatmış olsa gerek…
Bundan öte birçok başka soru yanıt bekler: Mısır’ın Arap ülkeleri arasındaki konumunda bir değişiklik olacak mı? Sokaklarda Mısır Devrimine sempati ile bakanların bundan ilham almaları, ülkelerinde bir dalgalanma yaratacak mıdır? Gazze’de Hamas bu geçiş dönemini kendi popüler çıkarları çerçevesinde kullanacak ve İsrail’e karşı sertleşecek mi?
Her durumda, Filistin Özerk Yönetimi Başbakanı Fayyad’ın başlattığı reformların ne kadar yerinde olduğu görülüyor: Sağlam toplumların oluşmasında, yarınlarına umutla bakan nesiller yetiştirmenin ne kadar vazgeçilmez olduğu tartışılmaz bir gerçek.