İyi bir takım işi çıkarıyor muyuz?

Köşe Yazısı
23 Şubat 2011 Çarşamba

Tana ESKİNAZİ ALALU


Kurumlarda olsun, ailelerimizde olsun hep bir takımın, bir sistemin parçasıyız.  John Katzenbach ve Douglas Smith“Yüksek performansı olan takımları, diğer takımlardan ayıran fark adanmışlığın derecesi ve her bir takım üyesinin birbirine ne kadar bağlı olduğu ile alakalıdır” diyor. Gerçekten de çalıştığınız kuruma veya ait olduğunuz ailenize bakın. Bu sistemlerimiz ancak yukarıdaki şartlar yerine geldiğinde mükemmelleşiyor.

Örnek olarak geçen gün ICF- Türkiye (Uluslararası Profesyonel Koçluk Derneği) olarak MCT’nin İnsan Kaynakları Zirvesi’ne katılma tecrübemizi paylaşmak istiyorum. İlk defa bir zirveye katılma işinin sorumluluğunu taşıdım. Oldukça tatmin ediciydi. Çok yoruldum ama büyük haz duydum. Böyle bir sorumluluk alıp bunu gerçekleştirmede beni motive eden neydi? Sanırım bendeki adımızı gururla taşımak ve adımıza layık bir şeyler yapma isteğiydi. Ne de olsa 103 ülkede olan 17 bin üyesi olan bir organizasyonun 140 kişilik Türkiye bacağı idik. 

Okuyucularım arasında koçlukla ilgilenen var, ilgilenmeyen var. Burada gözden geçirmek istediğim bir sistemin beraber üretmesine neyin katkı sağladığı. Bu yüzden sadede gelmek istiyorum. Gerçekten bu organizasyonu takım olarak başarılı bir şekilde yürütmemize neyin sağladığına hep beraber bir bakalım. 

1) Bireyselden yola çıkarsak; mesleğimi çok seviyorum, mesleğim benim kendi değerlerimle çok uyuşuyor.

2)İnsanların direkt ihtiyacına yönelik bir iş. Bunu biraz açmak istiyorum. Zirvede Alain De Botton büyük organizasyonların içinde insanların son yıllarda nasıl yaşamlarının anlamlarını kaybettiklerinden söz etti. Şunu söyledi;  “Herkes bir kafe açmak istiyor. Kafe açmak oldukça zor ve meşakkatli bir iş. Esasında insanların istediği ise diğer kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak, onları memnun etmek ve verdiği emeğin neye yaradığını görmesi. Böylece kişi işe yaradığının farkına varıyor.”

3)Kişisel gelişim alanında sürekli büyümek daha iyi bir insan, daha iyi bir lider, daha iyi bir destek, tanık, dinleyici, aile bireyi olmak için bana gereken altyapıyı sağlıyor.

4) Kendime inanıp gittiğimde,  inanılmaz işler başarabiliyorum. Konferansta söylenenlerden aklımda kalan bir değeri de, insanlar için eskiden disiplinin çok önemli olduğuydu. Bütün eğitim sistemleri de bunun üzerine kurulmuştu. Eskiden bir olaylar daha yavaş değişir ve insanlar disiplinli bir şekilde çalıştığında gideceği yere varırdı.

Şimdi ise zaman değişti, her şey belirsiz, gelecekte ne olacağını göremiyoruz. Her şey çok çabuk değişiyor. Bu durumda çocukların eğitiminde de önem verilen nokta değişiyor. Kişinin kendine güveni çok önem kazanıyor. Disiplin diye direten aileler, artık özgüven üzerinde duruyorlar. Çünkü yeterli özgüveni olmayan kişi, kolay adım atamıyor. Kendimize, kendi iç sesimize güveneceğimize diğerine güvenmek artık geçerli değil. Diğerinin daha iyi olduğunu nereden biliyoruz? Bilmiyoruz. Belki kendi standartlarımız o kadar yüksek ki, hayal ettiğimiz yere ulaşamıyoruz. Acaba kendine güvenen diğer kişinin standartları, bizim kadar yüksek mi? Özgüven bir şeyleri başarmış olmaktan geçiyor. Çıtayı koyan hep biziz. Çıtayı ne kadar yükseğe koyarsak başarma hissini o kadar az yaşarız. Başarmış olma hissimiz olmadığında kendine güvenen ama belki de vizyonu ve standardı daha düşük olan bir liderle yürüyor olacağız. Bir süre sonra da kendimize ihanet ettiğimizi hissedeceğiz.

5) İşbirliği ile çok daha iyi işler başarıyoruz. 2 + 2 iyi kullanıldığında, 6,7,8 edebiliyor. Doğru bildiğimi yaptım, ancak arkadaşlarımdan yardım ve destek istedim. Daha çok insanı bu sorumluluğun içine kattım. ‘Hep şimdi ne mümkün?’, ‘Ben ne yapabilirim?’, ‘Biz ne yapabiliriz?’, ‘Kim şu anda ne yapabilir?’, ‘Şu anda bu organizasyon ne istiyor?’ mantığı ile hareket ettim.

6) Kendi ihtiyaçlarım ve insanların ihtiyaçlarına kulak verdim. İnsanların ihtiyaçlarını görüp onları yerine getirmek için elimden geleni yaptım. Aynı şekilde de yorulduğum zaman, bir sunumu seyretmek veya açılış konuşmasını dinlemek istediğimde, arkadaşlarıma sorarak kendi ihtiyacımı yerine getirdim.

7) Hoşuma gitsin, gitmesin tüm seslere kulak verdim

8) Tutkulu olunca daha kararlı oldum. Mesleğime bağlılığım ve tutkum beni bu zirvede başarılı olmaya motive etti. Son dakikada çıkan engelleri ancak takımımdan yardım isteyerek fırsata dönüştürebildim.

9) Tüm takım birbirine yapıcı şekilde yaklaştı, herkes bir diğerinin iyi yaptığı şeyleri gördü ve onayladı.

10) Bir şeyi anlamadığımızda; varsaymak yerine, ne demek istediğimizi sorduk.

11)  Kural ve yönetmelik lisanı yerine, herkesin onayladığı şeyi yaptık ve paylaştık.

 12) Aidiyet hissine saygı duyduk, gücümüzü oradan aldık.

13) Bir taraftan pozitif ilişki kurmayı sağlarken (optimizm, güven, saygı, iletişim, arkadaşlık, ortak değer) diğer taraftan da üretkenliği elimizden bırakmadık.

Bir ailede de bu farklı değil. Nedense kurumlarda iletişimi bir şekilde kuruyoruz. Bazen insan kaynakları bizi mecbur ediyor, ancak kimi zaman aile içinde öyle bir rutinde oluşuyor ki bunların hiçbirini yapamadığımız oluyor.

“Takım çalışması ortak bir vizyon’a doğru beraber çalışabilmektir. Kişisel başarıları kurumsal,  ortak amaçlara yöneltebilmektir ve bu güç sayesinde normal insanlar normalin üstünde sonuç alırlar” diyor Andrew Carnagie.

Keşke bunu hep yapabilsek...