Yahudi

Eddi ANTER Köşe Yazısı
6 Ekim 2010 Çarşamba

Her harfin sayısal bir değeri olduğunu biliriz; bilmediğimiz her harfin hele hele her kelimenin kendine has bir gücü olduğudur. Farklı bir boyutta her kelimenin rengi de vardır enerjisi de… Yahudi kelimesi çok ilginçtir çünkü duyan herkesin içinde ya da aklında olumlu ya da olumsuz bir ön yargıyla birlikte bir duygu uyandırır.  Bir yanda seçilmiş olmaktan, hepsinin akıllı olduğuna varan yargılarla diğer tarafta pis, cimri hatta korkaklığa varan sıfatlarla özdeşleşir.

Merak ediyorum Yahudilik konusu yalnızca bir din mi, millet mi yoksa ülke midir? Bununla ilgili de herkesin bir fikri, ön yargısı vardır. Duyarım, bilirim. Çoğunluğu Yahudi olan ikinci hatta üçüncü ve de dördüncü bir ülke olsaydı her Yahudi İsrail’le bir tutulur muydu?  Ne dersiniz?

Millet olmak, birlik ve beraberlik konusuna gelince son aylarda Amerikan Yahudilerini yakından gözlemleme fırsatını buldum. Öncelikle bir millet, bir grup ya da bir cemaat olarak icraatta bulunmaktan çok uzaklar. Evet, Yahudi olmak, aidiyetleri açısından önemli bir parçaları fakat zaman içinde pek fazla bölünme oluşmuş.

Öncelikle Habad dedikleri, sinagog zinciri her ülke ve eyalette, neredeyse ulaşılabilecek Yahudilerin olduğu her mahallede faaliyet gösteren bir hareket. Aşkenaz veya Sefarad olmanız önemli değil, Türk, Mısırlı ya da Venezüellalı olmanız da fark etmiyor. Herkese kucak açıyorlar. Yeter ki gelin.

Bunun dışında kalan havralar Aşkenaz ve Sefarad adı altında bölünmüş durumda. Her biri de Ortodoks, Konservatif ve Reformist diye de nasibini almış. Ortodoks Yahudileri Türk Yahudilerine benziyor. Kuralları kitabına uygun yapıyorlar. Konservatif denilenler dini yerine göre uyarlıyorlar hatta işlerine geldiği gibi de denebilir. Reformistler ise akıl almaz bir sınıf. Adı üstünde reform yapmışlar.  Ağzı açıp bakmaktan başka elden bir şey gelmiyor.

Geçen sene Roş Aşaşana, yeni yıl kutlamaları için evime yakın olan görkemli bir sinagoga, Kol Tikva’ya, umudun sesini dinlemeye, Türkiye’den ziyaretime gelen annemle birlikte gitmiştim. Eski zihniyet ya da alışkanlık olsa gerek, elinde olanın kıymetini bilmeme alışkanlığı, havra havradır deyip yerimizi ayırtmıştım. İçeri girer girmez olmaması gerekenler hemen göze çarpıyordu. Tallet takmamış, takke giymemiş erkeklerden, bunları taşıyan kadınların olduğu karışık salonda orkestra ve koro ekibi eşliğinde, Cumartesi günü mikrofonla televizyon yayını yapıldığına şahit olunca, annem duaya hemen başlamıştı. “İnşallah bu önemli haftada Allah bunları günah yazmaz,” diye sitem ediyordu. Sefer Toraları kucaklamış bayanların olduğu tören boyunca başım öne eğik, oturup düşündüm. Kadınla erkek eşittir zihniyetine sarılmış bu gruba bakıp, dini modernleştirmenin, günümüze adapte etmenin yolu olabilir mi?, diye düşündüm. Sonunda ben eski kafalı, gelenek ve göreneklerine bağlı biri olduğuma kanaat getirdim.

“Yahudilik bir millet mi” konusu da ilginç. Bu kadar bölük pörçük, uçuk kopuk bir millet olunabiliyorsa bilemiyorum. Bu, her Yahudi bir birini tanır ya da sever zihniyetine yakın sanıyorum. O gün reformcu milletin yanında ben bir zincirin halkasıysam o zinciri koparacak olan, ucunu açık bırakacak olan kişi olmayacağıma dair kesin kararımı vermiştim.

Konu din olunca işler değişiyor tabii. Bu son bir ayda bir sürü kutlamalar oldu. Yeni yıl ardından, Yom Kipur orucu için küçük mekânından büyük Marriott Oteli’ne geçen sinagogda Aşkenaz salonu yaklaşık bin kişiye hizmet ederken, bizler yüz kişinin olduğu Sefarad odasında dualarımızı ettik. Allah kabul etsin. Olağan bir Cumartesi günü yüz kişiyi bile toplamakta zorlanan Habad Parkland’de izdiham vardı. Neden mi? Pek çok dünya Yahudisi gibi, 353 gün Yahudi olmasam da sadece 1 gün orucumu tutarak, Allah’a pişmanlığımı dile getirip onun affına sığınabilirsem neden yapmayayım diye düşünenlerin akınıydı.  Eleştirmek istemiyorum çünkü ben de uzun bir süre bu gruptandım.

Amerika’nın özelliği ve güzelliği tüm Yahudi bayramların resmi tatil oluşu. Yani dininden dolayı ibadet etmek isteyen kişiye iş veya okul mecburiyeti yok.  Bu vesileyle özür de yok. Eh, kullanmayı bilene bu bir lüks değilse nedir?

Hemen ardından Sukot geliverdi ve sinagogda inşa edilen çardakta ailecek akşam yemeğimizi şarkılar eşliğinde yedik.

Oşana Raba sonrası Simha Tora kutlamaları da kayda değer oldu. Sokaklara taşan kalabalık tüm Sefer Toraları kucaklamış coşku ve neşeyle atlayıp zıplıyorlardı. Her biri gelin gibi süslenmiş kutsal kitapların rengârenk bir insan mozaiği içinde, havalara yükselişi seyredenlerin de ayaklarını yerden kesiyordu hiç şüphesiz. Tabii ki düşünmeden edemedim, 500 yılı aşkın bir zamandır İstanbullu olup bu bayramı kutlayan Yahudiler bugün Ortaköy, Şişli veya Kuledibi’nde aynı dansı sokaklarda yapsalar ne olurdu? Baksanıza elin Amerikalısı daha kurulalı on sene olmamış olan Parkland şehrinde alanı bir şekilde neler yapıyor? Utanmadan, çekinmeden, sıkılmadan, korkmadan… Ne bakan var, ne soran, ne de sorgulayan!!!  Meraklısı da varsa buyursun o da katılsın, bayram bu ya herkese yer var.