Kurtarıcı

Luiza UÇKİ Köşe Yazısı
13 Ekim 2010 Çarşamba

YENİDEN MERHABA,

Beş aydır süren hasretimiz son buluyor. Çok heyecanlıyım. Neden mi? Bu uzun arada bana sizler tarafından aktarılan övgü dolu sözlere layık olabilme kaygısını taktım koluma. Umarım bu sene de beğeninize hitap edebilecek öyküler yaratıp harmanlayabilirim sizlere. Hayat hiç durmadan akıp giderken kimimiz dar geçitlerde kimimiz engin denizlerde yol alırken, mutlu ve maalesef mutsuz birçok olayla karşılaşıyoruz. Kalplerimiz burkuluyor kimi zaman. Bazen de bir şelale gibi çağlıyoruz dört bir yana. Bu beş ay benim hayatımda da iyi ve kötü anılarla geçti. Amcam gibi sevdiğim ailemizin çınarlarından biri olan mert, çalışkan, güvenilir, sağlam, karakterli Onkli Rıfat’ı (eşimin teyzesinin kocası Rıfat Toledo’yı) kaybettik. Bazen kendi kanından olmayan insanları öyle çok seviyor ki insan; onların kalplerdeki yeri unutulamaz oluveriyor. Onkli Rıfat sen benim de onklimdin. Seni çok sevdik ve çok özleyeceğiz. Senin sohbetini, eşinle tanışma hikayelerini anlatırkenki gözlerinin parıldayışını, aşkı unutmayacağız.

Hepinize sağlık dolu, mis aile kokulu, sevdiklerinizle yan yana, onlarla doya doya geçirdiğiniz bir yıl temenni ediyorum. Sevin, koklayın, “Seni çok seviyorum” deyin çok geç olmadan...

Samuel, ailesine son derece bağlı, herkesin yardımına koşan tam bir iyilik meleğidir. Babası varlıklı değildir. Ona ölüm döşeğinde şu duayı bırakır; “Bir gün zengin olabilirsin ama asla bunları kendinin bilip büyüklük yapma! Allah’ın yolundan ayrılma. Veren Allah bir anda almasını da bilir. Gücünü hep insanlığın yararına kullan. Ruhunu besle. Pislikten arın. Düşkünlere yardım et. Aile bireylerinin hal hatırını sor, durumlarıyla yakından ilgilen. Allah seninle olsun canım oğlum. Beni hiç üzmedin, hep gururlandırdın. Tanrı sana hep güzel günler göstersin. Beni hep mutlu ettin. Sen de daima mesut olasın. El dyo kete gualre de kaza i bela, ijo presyado miyo. Tu soz mi korasan” der ve bir süre sonra da gözlerini bu dünyaya yumar.

Samuel babasının duasına bir anlam veremez; çünkü kıt kanaat geçinen bir hayatı vardır. Kime büyüklük yapacaktır ki! Kime nasıl yardım edecektir diye düşünür. Aldığı maaş onun ve ailesinin ancak karınlarını doyurmaya yeter. Annesini de yanına alır. Hep beraber yaşayıp giderler.

Derken bir gün yakın arkadaşı Mordo ona beraber iş yapma teklifinde bulunur. Gençtirler. Damarlarındaki kan delice akıyordur. İşi kurarlar ve herşey yolunda gitmeye başlar. Öyle ki musluk bir açılmıştır ki; ikisi de inanamıyorlardır. Birkaç sene içinde yeni evlerine taşınırlar. Hayat standartları bir anda yükselen bir ivme sergiler.

Bir gece Samuel’in uykusu kaçar. Kalkar ve aile albümlerine bakar. Babasının resmini görür. Nasıl da özlemiştir babasını? Kendi kendine, “Şimdi o yaşasaydı benimle ne kadar da gurur duyardı! Oğlunun başarısıyla mutlulukların doruklarda olurdu” der ve son sözlerine anımsar: “Ben iş yoğunluğumdan kimsenin hatırını sormadım, kimseyle ilgilenmedim” diye sıçrar.

Ertesi sabah erkenden uyanır. Bir liste yapar. Tüm halalarının, dayılarının amcalarının isimlerini yazar; tek tek hepsini ziyaret eder. İhtiyaçlarını var mı diye sorar. Genelde hepsinin derdi aynıdır. Amcası “Canım Samueliko, çok şükür biz iyiyiz ama oğlumun işleri çok bozuk. Üç çocuğu var, geçinemiyor. Kahroluyoruz!” gibi sözler duymaktadır.

Samuel eve döner. Bir liste yapar. Tam altı tane akrabasının maddi durumu elverişsizdir ve hepsi iş arıyordur, çok çaresizlerdir. Bu kadar kişiye işe alması mümkün değildir. Ne yapacağını kara kara düşünür.

Sabahleyin durumu ortağıyla paylaşır. Mordo güler: “Sen deli misin? Unut onları artık önce ‘ben’ diyeceksin. Acıma, acınacak duruma gelirsin. Biz tırnaklarımızla yarattık bu işi. Biz başardık. Onlar da yapsalardı. Onlar zavallıysa bize ne?” diye hışımla çıkışır.

Günler geçerken, Samuel birşey yapamanın acısıyla kıvranmaktadır.

Ofiste Mordo ile çalışırken sekreteri, kuzeni Moşe’nin geldiğini bildirir.

Moşe içeri girer. Yüzü kıpkırmızıdır. Belli ki, en son çare olarak gelmiştir. Neredeyse ağlayacak gibi gözleri dopdoludur ve Samuel onu rahatlamaya çalışır: “Hoşgeldin Moşe, şeref verdin” der. Beraber büyüdüğü Mordo soğuk bir selam verir. Moşe, “Konuyu biliyorsun, Samuel. Çok zorda kalmasam” der demez Mordo söze atlar, “Aaa yeter kardeşim! Burası darülaceze değil! Herkese yardım edemeyiz. Çalışırsan sen de yaparsın. Öyle oturmakla olmaz. Vaktimizi de alıyorsun. Haydi canım git iş ara mutlaka bulursun. Olmadı hademelik falan yap” sözleri buz etkisi yapar. Moşe kalkar hışımla. Zaten üç gündür uyumuyordur buraya gelip yardım istemek için sıkıntıdan kalbi tuzla buz olmuştur, oradan uzaklaşır.

O çıkınca Samuel “Sen ne yapıyorsun Mordo? İnsanları hor görme gücünü sana kim veriyor? Ben böyle yetişmedim! Bu benim doğrum değil, sen onun arkadaşı değilmiydim? Beraber okula giderdiniz. Onu böyle nasıl aşağılayabiliyorsun? Kimsin sen? Neden bu büyüklüğün! Biz başardık, çünkü Allah bize yardım etti. Bu salt bizim başarımız değil. Bunu o koca kafana sok!” diye açıklar. Mordo, “Saçma sapan biri için ortağını mı kırıyorsun?” diye hışımla çıkışır. Samuel, “Eski ortağımı kırıyorum. Bundan sonra seninle işim yok benim!” der.

Birkaç hafta içinde işlerini ayırırlar ve Samuel ilk iş olarak kuzenlerini yanına çağırır, “Canım akrabalarım, yeni bir iş kuruyorum. Sizin gibi güvenilir insanlara ihtiyacım var. Teklifimi kabul edip canla başla çalışırsanız birlikte çok güzel işlere imza atabiliriz. Yalnız sizden ricam inşallah çok başarılı oluruz ve maddi bolluğa kavuşuruz. İşte o zaman kimseye büyüklük yapmayın. Kimseyi hor görmeyin Hep aile bireylerinizin yanında olun maddeten ve manen. Onlardan aldığımız dualarla çok güzel günler bizimle olacak,” der. Onları yeni ofislerinde bırakıp soluğu babasının mezarında alır.  “Babacığım sana olan sözümü tuttum. Gerçeği söylemek gerekirse korkularım var, ama doğru yolda olduğumu biliyorum. Sen eşsiz bir baba, mükemmel bir insandın. Senin hep gurur duyacağın bir kişi olmaya devam etmek için elimden geleni yapacağım” derken tam altı tane yuvada bayram havası esmektedir. Kuzenlerinin evleri sevinç çığlıklarıyla inliyordur. Hepsi ona duacıdır: “Büyük insanmış. Allah ondan razı olsun. O, bizim kurtarıcımız” diyerek onu dualarıyla kutsuyorlardır. O an cep telefonu çalar. Arayan eşidir, “Canım benim bugün ultrasona girdim. Bir oğlumuz olacakmış! müjdesini verir.

Samuel sevinçten ağlamaya başlar. Babasının mezarına sarılır; “Babacığım şimdi ben de baba oluyorum. Umarım senin gibi eşsiz niteliklere sahip olup örnek model oluşturabilirim” deyip koşarak evinin yoluna tutar.

O gece ışıl ışıldır tüm aile bireylerinin evleri. Her yerde kahkaha ve neşe vardır. Tanrı her birinin evini aydınlatmıştır. Huzur dört bir yanı sararken Samuel eşiyle, annesiyle, doğacak bebeği hakkında konuşurlar kalpleri, heyecanla tatlı çarparken...

 

Not: Böyle kurtarıcılar var aramızda. Büyüklük yapmayan, güçlerini hep iyilikler için harcayan, insanları kırmayıp gücendirmeyen, zor günlerinde koşan, çaresizliklerine sırt çevirmeyip deva arayan meleklerimiz onlar. Ben tanıdım onları, gurur duydum onlarla. Allah onları başımızdan eksik etmesin diye dualar ettim. Bu dünya kime kalmış? O halde nedir bu büyüklükler, bu tafralar? Birbirimizi sevsek, insanca yaşasak geçmişteki hatalarımızdan ders alıp kimsenin çaresizliğini malzeme yapmadan, onlara sırtımızı dönmeden aksine gönülden yardımcı olsak ne güzel bir dünya olurdu kim bilir?

Hepinize bol kurtarıcı melekleriyle dolu güzel bir sene diliyorum...

Şana Tova lekulam...