David Ojalvo
Spor sayfası editörlerimizden Vedat Levent kardeşim, yakın bir zamanda beni derinden üzen ve kıran bir konu hakkında yazışırken, benle şu cümleyi paylaştı: “Şalom ve senin arandan bir aşk var ve bu aşk yazılarına yansıyor.”
Eğer bugün, bu metni okuyabiliyorsanız nedeni, sevgili Vedat gibi, gazetemizdeki birçok yazar, editör, gazete çalışanı arkadaşımla kurmuş olduğumuz gönül bağıdır. Öyle bir bağ ki, aile bağı gibi sıcaklık taşıyor.
Hayatta aile içi sorunlar dışarıya yansıtılmaz. Bu prensibi dile getirmekle beraber, bu hafta okurlarıma bir veda köşesi yazmanın eşiğinden döndüğümü de paylaşmak isterim. Bir ailenin üyesi olmak demek, aynı zamanda o ailenin kendisi olmak değil midir? Elbette yazarları gelip geçidir ve gazetenin kendi kalıcıdır; ama aynı zamanda gazeteyi gazete yapan bir yerde yazarları, çizerleri, çalışanlarıdır. Özellikle de gönüllü olarak çalıştığınız ve sadece manevi bir yoldaşlığınızın olduğu bir kurumdan söz ediyorsak, bu daha sağlam, daha içsel bir değer olmaz mı hayatınızda? Başka türlü Vedat kardeşim Şalom’a karşı, yazmaya karşı hissettiklerimi böylesi güzel bir cümleyle ifade edebilir miydi? Başka türlü gazetemizin kurucusu Avram Leyon’un, Şalom’u ne zorluklar altında ayakta tuttuğunun anılarını dinliyor olabilir miydik?
***
29 Ekim 2010 itibariyle, gazetemiz altmış üçüncü yaşını dolduracak. Türk Yahudi Cemaati’nden kesitler yansıtan gazetemizin, Türk medyasında çok özel bir yer taşıdığı açık. Üstüne üstlük gazeteciliğin büyük oranda gazetecilik aşkı adına yapılmadığı bir dönemde, böylesi bir yayını sürdürmek de kolay iş değil. Beş asrı aşan bir zaman diliminde ülkemizde yaşayan azınlık bir cemaatin temelleri ve hassasiyeti var öncelikle. Bir yandan ana okur kitlenize hitap etmeye çalışırken, beri yandan evrensele de katma değerde bulunacak haberler, yazılar hazırlamak, üretmek arzusundasınız. Siyaset değişirken, dış siyaset bazen kasırgalar, fırtınalar estirirken, çizginizi korumak büyük özveri gerektiriyor. Herkesin farklı düşünceleri, hayata farklı bir bakış açısı vardır. En uç bakış açılarını düşünerek, yanlış anlaşılmamak için kendi yazdıklarınızı eleştirel bir gözden değerlendiriyorsunuz. Kaynaklarınızı iyi saptamak, bilgi kirliliğinden etkilenmemek, ona katkıda bulunmamak zorundasınız. Saydıklarım gazeteciliğin temel taşları değil mi geniş açıdan baktığımızda?
Bu çerçevede, ‘köşe yazarlığı’ üzerinde sıkça düşündüğüm bir kavram.
***
“Düşüncelerinize karşı olabilirim; ama onları ifade edebilmeniz için hayatımı verebilirim” demiş Voltaire.
Günümüzde ne yazık ki, düşüncelerini ifade edenlerin hayatları, yeri geldiğinde son derece kötü bir biçimde etkileniyor. Bu yüzdendir ki, George Orwell’in ‘Bin dokuz yüz seksen dört’ adlı romanını içselleştirir olmuşum.
Köşe yazarlığı, yeri geldiğinde eleştirmeyi de gerektiriyor (biliyorum, eleştirmek de pekâlâ bir sanat). Eleştirilmek ise yapıcı değil; tehlikeli, yıkıcı addediliyor.
Topladığınızda, ‘düşünce’ ve ‘ifade’ gibi kavramların ne anlamı kalıyor?... Üstelik inandığınız doğrular ve değerler için mücadele etmeye gayret ederken... Durum belli kişileri, çevreleri, yapıyı korumaya geldiğinde, yazarın o meşhur yalnızlığı orada başlıyor olmalı.
***
Yazarın yalnızlığı karşısında ne var? Benim için yazar arkadaşlarımla olan gönül bağı var. Böylece Şalom’da yazıyorum; ama terazinin iki kefesi değil söz ettiğim bir yerden sonra.
Voltaire işaret etmiş: düşüncelerinizde yalnız kalabilirsiniz. Orwell’in anlattığı dünyada, o yalnızlığa da yer yok; düşünceleri duyuracak ortam da yok. Orwell ise romanını dünyamıza ve dünyamızın gidişatına bakarak tasarlamış. Herkes, her kurum, her ülke bu romana kıyasla nerede durduğunu elbet sorgulayabilir. Çıkarımlara bağlı olarak, sonuçta belli bir mantık ve sağduyu ile ilerliyor veya ilerleyemiyor medeniyet.