Yaşlandıkça daha iyi anlıyorum yaşamı!..
Bir ömür boyu onlarca, yüzlerce kez yeniden doğduğumu...
Ondan çok farklı şeyler beklerken, aslında benim neler vermem gerektiğini...
Gençliğimde kimi olay ve insanları değiştirme tutkusundayken, geçen yıllarla birlikte sürekli değişenin ben olduğumu...
Tüm öğretilerde erdem diye belletilen ilkelerin, ancak insanlar arasında bir çıkar söz konusu olduğunda sınanabileceğini...
Hiçbir duygunun sürekli olmadığını; en yoğun acılar içinde umudun, en mutlu anlarda ise mutsuzluğun pusuda beklediğini...
Dostluğun yalnız süslenmiş sözlerle değil, yılların imbiğinden geçmiş eylemlerle kanıtlanabildiğini...
Asıl amacımız gideceğimiz yer ise, o hedefe ulaşmak için yolların yalnızca birer araç olduğunu...
Sergilediğim tüm olumlu ya da olumsuz davranışların, hiç beklemediğim bir anda yine bana yansıdığını...
Özgürlüğün yalnızca bedensel bir tutukluluk değil, daha çok beyinsel kısıtlamalarla ilgili olduğunu...
Saat dilimleri ve yalnızca maddesel bir beklentiyle ölçülen bir çalışmanın, her zaman verimli bir çalışma olmadığını...
Düşlemlerime sığındığım oranda, gerçekleri daha iyi algılayabildiğimi...
Gerçek yalnızlığın bir başına olmak değil, bir başına bırakılmak olduğunu...
Kimi zaman içten bir gülümsemenin, önümüze serilecek birçok maddesel değerden daha önemli olduğunu...
Mutluluğun kendi sınırlarım içinde kaldığı sürece kısa zamanda buharlaştığını, oysa başkalarının mutluluğuyla bu duyguyu daha uzun bir süre yaşayabileceğimi...
Kimi zaman konuşurken değil, susarken daha çok şey söylenebileceğini...
Ne bir sis perdesi arkasındaki geçmiş, ne belirsiz bir gelecek; önemli olan, yaşadığım an’ın değerini bilmem gerektiğini...
Kendimle alay edebildiğim sürece, başkalarının alaylarını hiç önemsemediğimi...
Her şeye olumlu bakanların, saflıkla nitelendirilseler de, başkalarından çok daha huzurlu olduklarını...
Çıplak gözle görünenlerin her zaman gerçeği yansıtmadığını, her bakan gözün farklı görüntüler yakalayabileceğini...
Bilgi kadar, geliştireceğimiz sezgilerin yaşamımızı daha çok zenginleştireceğini...
Sevginin olmadığı yerde, hiçbir şeyin ne değerinin, ne de anlamının bulunduğunu...
Düş kırıklığı ile sevdaları sonlanmış âşıkların bile, bu duyguyu hiç yaşamayanlardan daha şanslı olduklarını...
Yaşlandıkça daha iyi anlıyorum!