Ben Yahudi’yim! Hayır, hayır, din kültürü veya etnik aidiyet itibariyle değilim. Bildiğim kadarıyla yedi ceddim de Türk, Müslüman ve Sünni kimlik taşıyordu.
Üstelik yine bildiğim kadarıyla, mezar taşlarında ırki köken keşfeden o şarlatan profesör nûmunesinin Sabetaistdiye vaftiz ettiği Avdetilerle de hiçbir bağlantım yok.
Olsun, yine de Yahudi’yim!
Yahudi’yim, çünkü velev ki benim tarifim ne hahamların, ne de Siyonistlerin tarifiyle uyuşuyor olsun, son tahlilde kendimi öyle hissettiğim için ben Yahudi’yim.
Peki, niçin ve nasıl olabilirim?
İLKİN şundan ki, zaten hanidir bilineni bir defa daha ve sonsuz net bir biçimde gözler önüne seren Sholomo Sand’ın son kitabı “Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi?” ortada, yukarıdaki haham ve Siyonistlerin öne sürdüğünün aksine, çok çok küçük bir azınlık hariç tarihte hiçbir zaman kavmi ve etnik anlamda bir Yahudilik olmamıştı. Olmadı.
Habeşistan Falaşa’larındanKırım Karaim’lerine, Musevilik de diğer bütün dinler gibi yoğun biçimde ihtida eden farklı kitleler üzerine oturdu. Sürekliliğini onun üzerine inşa etti.
Dolayısıyla benim öznel açıdan Yahudiliği sahiplenmem genel olarak bütün inançların, özel olarak da Davudi inancın teolojik kuralları ve iman mitolojileriyle çelişse bile, nesnel açıdan hiçbir engel tanımıyor.
Ancak tabii ki işlerin böyle çalakalem yazdığım gibi kolay olmadığını da biliyorum.
***
KOLAY değil, çünkü hangi bir kimliğe aidiyet veya tam tersine lâ-adiyet; bilhassa da Yahudilik gibi çok çetrefil bir kimliğe yine aidiyet ve yine lâ-aidiyet, öyle kişisel ve öznel tercihlerle belirlenmiyor.
Zira şu kesin, kim kendini ne hissederse hissetsin, ‘öteki’nin onu algılama tarzı o kişinin ‘ben’ini tayin ediyor. Aynı ‘ben’in algılama durumu aynı ‘öteki’ni şekillendiriyor.
Başka bir deyişle, kendimi ne denli Yahudi sayarsam sayayım, doğuştan Yahudi olan kimse beni öyle algılanmadığı müddetçe Yahudi olamayacağımın biliyorum.
Aksi doğrultuda ise, Yahudi olarak dünyaya gelmiş kişi aslında kendini hiçbir şekilde öyle hissetmese dahi, doğuştan Yahudi olmayan şahıs veya toplum onu hâlâ Yahudi olarak algıladığı müddetçe, ağzıyla kuş tutsa bile bu şahıs yine Yahudi kalacaktır.
Diğer bir ifadeyle söylersek, her kimlik aidiyetinde olduğu gibi burada da öznenin iradesinden bağımsız etkenlik ve edilgenlik faktörleri devreye giriyor.
Nitekim de tam bu noktada, Dresdenli Yahudi Victor Klemper tarafından 1933 – 1945 yılları arasında kaleme alınan ve Fransızca tercümesi yayınlandığı günden beri de en az on defa okuduğum ‘Günlük’ teki bir cümle aklıma geliyor.
***
USTÂD addedecek ölçüde hayranlık beslediğim ve kendimi her bakımdan sonsuz yakın hissettiğim o Klemperer’in imanı ve kültürel Yahudilikle hiçbir ilgisi yoktur.
Kendisini öylesine Cermen hissetmektedir ki, aslında su katılmamış bir agnostik olmasına rağmen sırf bu Cermenlik duygusundan ötürü bir de Protestanlığa geçmiştir.
Sonrası malûm, Hitler ve Shoah yıllarında o Musevi kökeninden dolayı bin bir eziyetle karşılaştığında ‘Defter’ine daima şu cümleyi yazacaktır:
“Almanlara rağmen Alman’ım ve Almanlar bile Almanlığımı elimden alamaz”.
Bana sorarsanız, Victor Klemperer bu olağanüstü meydan okumayla, başta Yahudilik olmak üzere her türlü edilgen aidiyet dürtüsünün hem korkunç tragedyasını, hem kahramanlık destanını sergilemiş oluyor.
Artı, burada hemen hatırlayayım, velev ki savaşın son döneminde artık ‘hafifletici sebepler’ de bulunduğuna kanaat getirsin,Dresdenli profesör yine de diğer Alman Yahudi’sive büyük filozof Hannah Arendt’in ‘Eichmann Kudüs’tekitabında yazdıklarını andırır biçimde, Siyonizm’i Nazizm’in ikiz kardeşi olduğunu defalarla vurgulamaktan çekinmez.
İşte Siyonizm dedik ve dolayısıyla can alıcı bir İsrail sorununa geldik.
***
İSTER Yahudi olmadan kendisini Yahudi hisseden birisi olarak, isterse de sadece mantıklı ve dürüst düşünen bir kimse olarak, tabii ki Siyonizm’i Nazizm’le eş tutan yaklaşıma asla ve asla katılmıyorum.
Bana göre Theodor Herzl’in ideolojisi gayet sıradan bir 19. yüzyıl milliyetçiliğinin uzantı ve tezahürünü oluşturuyor ki, nokta!
Öte yandan, ne denli hakkaniyetsizliklere sebep olmuş ve oluyor olsa da, realpolitik açıdan İsrail’in devlet varlığını tartışmayı bile abes sayıyorum. Bu konuda da nokta!
Ancak iş Diaspora Yahudilerinin o İsrail’le olan ilişkisine gelince durum çatallaşıyor.
Çatallaşıyor, zira bir yandan Shoah dehşeti yaşandıktan sonra dünya Museviliğinin son tahlilde ‘başını sokacak’; en kötü ihtimalde apar topar sığınacak bir ulus-devleti manevi olarak sahiplenmesini normal, en azından anlaşılabilir görüyorum. İnsani refleks addediyorum
Fakat aynı zamanda da, bütün mitolojisini mağduriyet ve mazlumiyet ekseni üzerine inşa etmiş; artı, hem dini, hem de seküler kültürünü hümanizma perspektifinde yükseltmiş bir insan topluluğunun, önemli istisnalar hariç, bugün başkalarını mağdur ve mazlum konuma düşüren İsrail siyasetleri haniyse gözü kapalı biçimde desteklemesini, onaylamasını, en azından kayıtsız kalmasını yine asla ve asla kabullenmiyorum.
Yukarıdaki hiçbir realpolitik ve ‘başını sokacak son çare’ kaygısı bunu haklı kılamaz.
Çünkü yukarıdaki türdenbir “müsamahakârlık” (!) Yahudiliği Yahudilik yapmış olan ve onu diğerlerinden farklı kılan e-t-i-k dürtüyle sonsuz çelişiyor!
***
EVET evet, etik veya ahlâk ki, zaten aykırılık, azınlık, beyinsellik, tezatçılık, yalnızlık, vs. gibi tam tarif edilemeyen ama pek çok defa Yahudilikle özdeşleştiği ayan beyan hissedilen soyut faktörlerin dışında, benim kendimi Yahudi olmadan Yahudi olarak algılamamın temel nedenini bu etik ve ahlâk kavramı ve geleneği oluşturuyor.
Eski Ahit maneviyatçılığından Bergson metafiziğine; Singer romanlarından Levinas felsefesine veya Maymonid hümanizmasından Spinoza tereddütçülüğüne uzanan o tartışılmaz etik kaygınınhiç münazara yol açmayacak biçimde aynı Yahudilikle bütünleştiğini kim inkâr edebilir?
İşte, kendi hesabıma bu öğeden arınmış, ondan uzaklaşmış, hele hele zıtlaşmış bir Yahudiliğin artık Yahudilik olamayacağına inandığım içindir ki, Türk, Müslüman ve Sünni kimliğime rağmen “Ben Yahudi’yim” diyebilmeyi bir övünç addediyorum.
O halde Victor Klemperer’in sözünü şu şekilde kendime uyarlayayım.
“İsrail’in ve Siyonist politikaların haksızlığına rağmen Yahudi’yim ve onlar bile Yahudiliğimi elimden alamazlar!”
Hadi Uluengin kimdir?
1951’de doğan Hadi Uluengin, 1978-79 yılları arasında Aydınlık Gazetesi’nin Brüksel temsilciliğini yaptı. 1983-91 yılları arasında da Cumhuriyet ve Güneş gazeteleri için aynı görevi yürüten Uluengin, 1991 yılında Hürriyet Gazetesi’nde geçti. Uluengin, o tarihten beri Hürriyet’te köşe yazılarını sürdürüyor.