Tarih: 3 ekim 1980, bir cuma akşamı...
Yer: Paris’in 16. bölgesinde Copernic Sokağı’ndaki sinagog
Simha Tora kutlamaları nedeniyle sinagog dopdoludur. Saatler 18:38’i gösterirken güçlü bir patlama sesi duyulur. Binanın tavanı çöker, binlerce cam parçası etrafa yayılır. Sinagogun yakınına park edilmiş motosikletin bagajındaki bomba erken patlamıştır: Sokaktan geçen dört kişi ölür, onlarcası yaralanır. İzleyen günlerde 200.000 kişi sokaklara dökülür, saldırıyı lanetler. Dönemin başbakanı Raymond Barre’ın aynı akşam televizyonda yaptığı açıklama ise şok etkisi yapar: “Bu iğrenç saldırı sinagogtaki Yahudileri hedef almak isterken Copernic sokağından geçen suçsuz Fransızlara zarar vermiştir.” Daha sonra farklı açıklamalarla talihsiz yorumunu unutturmak istese de sözleri tarihin sayfalarına yazılmıştır artık.
Antisemit saldırı, önceleri aşırı sağcı neo-nazi grupların işi sanıldıysa da soruşturma Ortadoğu’yu işaret etmektedir. Sahte Kıbrıs pasaportlu Alexander Panadriyu’nun motosikleti satın aldığı tespit edilir, kişinin robot resmi çizilir fakat soruşturma bir sonuca ulaşmaz, dosya tozlu raflara kaldırılır. Ta ki tarihler 2007’yi gösterene kadar. Fransız hakim Marc Trévidic dosyayı tekrar açar; toplanan deliller Filistin kökenli, Lübnan ve Kanada çifte pasaportlu Hassan Diab’ı göstermektedir. 11 Ekim 2007’de Le Figaro’ya röportaj veren Ottowa Üniversitesi sosyoloji profesörü suçlamaları reddeder. 2008 yılında sorgulanır, beş ay hapis yatar. Fransa’nın yargılanmak üzere Diab’ı Kanada’dan iade talep süreci halen devam ediyor.
Laurent Jaoui’nin 30 Eylül’de France2’de gösterilen dökümanter filmi ‘Rue Copernic, histoire d’un attentat’(Copernic Sokağı:Bir Saldırının Hikayesi)ni izledim. Nadia Morel evinde nişanlısı Philippe Bouissou’yu bekler. Philippe o gün dönüş yolunu değiştirir, motosikletiyle Rue Copernic’ten geçmeye karar verir. Hagai Shagrir, annesiyle Paris’te tatildedir, otel odasından daşarıdaki dumanı görünce kötü birşeyler olduğunu anlar. Patricia Barbé bütün akşam babasının yolunu gözler. Gözlerimin önünden İstanbul sinagoglarına yapılan saldırılar geçerken, ateşin düştüğü yeri yaktığını iliklerime kadar hissettim. Dört yaşam halen adalet talep etmekteydi, hem de tam 30 yıldır….
İzlediklerimden o kadar etkilenmiştim ki 3 Ekim pazar günü sinagogda yapılan törene katıldım. Başbakan Fillon şöyle seslendi: “O akşam bir çok Fransız gibi radyoma yapışmış, fonda siren sesleriyle görgü tanıklarını dinliyordum... Bugün hükümet adına, Fransa adına, Cumhuriyetin unutmadığını söylemek için buradayım; ne ölenlerin yüzlerini ne yaşayanların acılarını… Nefret maalesef bugün halen aramızdadır ama antisemitizme, ırkçılığa karşı duracağız... Fransa bir mozaik değildir, ortak bir kader, ortak bir gelecektir. Manevi farklılıklarımıza ve köklerimize rağmen hepimiz aynı ailenin, aynı ulusun üyeleriyiz-gururlu, özgür ve hoşgörülü…”
***
Rue Copernic’ten JStreet’e uzanalım. Bu ay Paris Esintisi’nin bir konuğu var: Michel Alfandari. Şalom okurları kendisini Fransa’da Türk Mevsimi kapsamında düzenlediği etkinliklerden hatırlayacaklardır. Yeni Yahudi kuruluşu JCall’un ilk Paris toplantısına katılan Michel, izlenimlerini sizler için kaleme aldı.Gelecek ay tekrar buluşabilmek dileğiyle sizi toplantı notlarıyla başbaşa bırakıyorum.
“Yeni bir Yahudi kuruluşu olan JCall’un Fransa’daki ilk toplantısı 6 Ekim akşamı Paris’te yapıldı ve biraz ‘çalkantılı’ geçti. JCall, Mayıs ayında ‘European Jewish Call for Reason’(Avrupa Yahudilerinin Akla Çağrısı) adlı bir imza kampanyası, ardından da Brüksel’deki Avrupa Parlamentosu’nda bir toplantıyla lanse edilmişti. JCall, Amerika’da yarım yüzyıldır etkili bir lobicilik yapmakta olan muhafazakâr eğilimli AIPAC(American Israel Public Affairs Committee)’a ‘rakip’ olarak iki buçuk sene önce oluşturulan liberal eğilimli JStreet kuruluşundan esinlendi. Politik çizgisi, ‘iki toplum, iki devlet’ ve ‘Clinton parametreleri’ olarak özetlenebilir.
JCall’un 7.400 imza toplayan kampanyasına destek verenler arasında Fransa’dan Alain Finkielkraut ve Bernard-Henri Lévy gibi ‘militan yazar’ların yanı sıra İsrail’den tarihçi Zeev Sternhell, Almanya eski Büyükelçisi Avi Primor, Fransa eski Büyükelçisi Elie Barnavi ve ünlü romancı Abraham B. Yehoshua da var.
JCall, Yahudi cemaati kuruluşlarının İsrail hükümetlerinin politikasını daima ‘kayıtsız-şartsız’ desteklemelerini, bu politikalar ‘İsrail’in menfaatleri açısından tehlike yaratabilecekse’ reddediyor, ancak ‘bu kuruluşların meşruluğunu hiçbir şekilde sorgulamadığını’ belirtiyor. İlk bakışta dengeli gözüken bu girişim, Fransa’da JCall’un kimliği ve motivasyonu hakkında sert bir karşı kampanyayı tetikledi. Çeşitli Yahudi kanaat liderlerinin desteklediği, 11.000 imza toplayan bu karşı kampanyada, İsrail hakkında ‘hariçten gazel okuma’nın yanlış olduğu, Avrupa’nın zaten Israil’e olumsuz baktığı, barışa asıl engel olanların, zihniyetleri değişmesi gereken Filistinliler olduğu ve sonuçta bu girişimin ‘düşmanın ekmeğine yağ sürdüğü’ savunulmakta.
‘Girişim yararlı mı zararlı mı’ tartışmasını okuyuculara bırakarak konferansa dönelim. İlk göze çarpan, tıklım tıklım dolu salonda birkaç provokatörün, toplantı başladıktan kısa bir süre sonra konuşmacılara laf atıp hakaret etmeleri oldu. Bu kişiler, Yehoshua’nın konuşması sırasında iyice azarak konuşmanın duyulmasını zorlaştırınca güvenlik görevlileri tarafından dışarı çıkartıldı. Aynı anda, arka sıralardan on kişilik bir genç Yahudi ‘militan’ grubu da bildiri ve koku bombaları fırlatıp salondan bağırarak çıktılar.
En etkileyici konuşmacılar, ‘ölçülü iyimserliği’yle A.B. Yehoshua ve ‘ölçülü kötümserliği’yle A. Finkielkraut oldu. Yehoshua, Batı Şeria’daki yerleşimcilerle -geri çekilme sırasında- olası bir çatışmadan çekindiğini ama bazı yerleşimcilerin gelecekte Filistin devletinin Yahudi azınlığı olarak kalabilecekleri fikrine de alışmakta olduğunu belirtti. Özetle, İsrail halkının ’mantıken’ barış istediğini ama ‘duygusal’ olarak barıştan korktuğunu söyledi. Finkielkraut, İsrail’in Batı Şeria’dan çekilmesinin Gazze problemini veya bölgede İslami köktendinciliği çözeceğine inanmadığını belirtip bu sorunun kaynağında bölge halklarının tatminsizliğinin yattığının altını çizdi. İsrail’e desteğin, barışı gerçekten isteyen ve köktendinci pozisyonları reddeden Filistinlileri de desteklemekten geçtiğini belirtti.
Sonuçta konferanstan iyimserlikle ayrılmak zordu: militan gençlerden, konuşmacılara bir ara ‘collabo’ (işbirlikçi) diye hakaretler geldi. Fransa gibi Holokost’ta büyük kayıplar vermiş bir cemaatte böylesine anlam yüklü bir kelimenin şiddetine karşı salondakilerden hemen protesto geldi tabii. Yahudi cemaati bünyesinde bu kadar sert görüş ayrılıkları varken, karşı tarafla nefretleri aşmayı gerektiren barışa nasıl ulaşılabileceğini kestirmek zor.”
‘Rue Copernic Saldırısı’
Kaynakça:
Le Monde 30/9/1990,
Le Figaro 11/10/2007, France Info 24/10/2007,
L’Express, 13/11/2008,