Dalya, çocukluğundan beri gönül verdiği Natan ile nihayet evleniyordur. Dünyalar onundur adeta. Kabına sığmıyordur. Elinde olsa kanatlanıp uçacaktır. Herşey peri padişahının kızının masalı gibidir.
Yeni yuvasına kucak açarken yanına umutlarını, pespembe hayallerini de almıştır. Ancak birkaç hafta sonra canını sıkan olaylar başlar. Şöyle ki, Natan’ın ailesi onların hayatına sık sık müdahele ediyordur. Dalya buna hiç alışık değildir. Rahatsızlığını dile getirir. Ufak münakaşalar yaşanmaya başlar. Bunlar beraberinde soğuk kutup rüzgarları estirir dört bir yanda.
Aslında kimsenin suçu yoktur. Natan’ın kardeşleri, annesi ve babası onların iyilikleri için aldıkları kararlara müdahele etmektedir. Onları çok sevdikleri için onların doğrusu budur. Örneğin, bir ev beğenirler, rüya gibidir. Natan’ın annesi sadece, “Ev güzel de en üst katta. Bunun yağmuru, karı var. Almayın. Gelin başka bir yer bakalım. İçime sinmedi”, der. Dalya ailesinden böyle görmemiştir. Tamamen farklı aile yapısındaki kişiler aynı çatıda buluşmuşlardır. Dalya’nın sinirleri bozulur.
Natan eşini çok sever, “Canım karıcığım, sen boşver. Sen ne istersen ben onu yaparım. Bir kulağından girsin diğerinden çıksın. Yeter ki hır gür olmasın. Kafa salla. Sorun etme. Üç maymunu oyna. Senden başka birşey istemiyorum, canım prensesim”, diye açıklar.
Dalya hiç çalışmadığı için aklı hep bu tip olaylara takılır. Önceleri sussa da daha sonra kavga gürültü başlar. Tüm aileyle kavga eder. Karşılıklı çirkin lafların ardından sonu gelmeyen bir kin ve dargınlık başlar.
Dalya’nın kardeşi yoktur. Çok iyi arkadaşları vardır. Hayatını onlarla geçirir. Keyfi yerindedir. Herkese, “Çok şükür rahatım yerinde. Kocam bir melek. Bir dediğimi iki etmez. Geçinip gidiyoruz.” der.
Ardından onunda da bir kızı dünyaya gelir. Natan’ın ailesi torunlarını hastanede görürler. Dalya’nın odasına uğramazlar. Hediyelerini bırakıp giderler. Yıllar bu kini hiç azaltmaz. Aksine arttırır. Natan saklıdan görür ailesini. Bayramları Dalya’nın ailesiyle geçirirler. Böyle geçip gider zaman.
Dalya’nın kızı Lora on sekiz yaşındayken Dalya’nın en yakın arkadaşları müjdeli bir haberle gelirler: “Bu sene bayram tatili dokuz günmüş. Hep beraber Amerika’ya gideceğiz. Siz de gelin.” Lora, “Anneciğim ben gelemem. Bayram çıkışı üniversitede sınavlarım var. Siz gidin. Bu fırsatı kaçırmayın” diye belirtir. Dalya’nın gönlü razı olmaz, ama gider.
Havaalanına iner inmez kızını arar. Kızı telefonu geç açar. Sesi gariptir: “Anne çok ateşim var, ölçtüm 39. Kafamı kaldıramıyorum. Çok kötüyüm” der. Dalya çılgına döner. En yakın uçak iki gün sonradır ve yolculuk yarım gün sürmektedir. Biricik kızı iki buçuk gün bu ateşle ne yapacaktır diyerek üzüntüden kahrolur.
Kimden yardım isteyebilir diye düşünür. Tüm yakın dostları yanındadır. Onu iyi tanımayan biri “Ailenizden birini arayıp yardım isteseniz. Kardeşiniz yok mu? Yeğen, kuzen, hala, teyze, dayı, amca. Kimseniz yok mu?” diye sorar.
Dalya: “Aslında eşimin üç kızkardeşi, bir erkek kardeşi ve hepsinin ikişer yetişkin çocuğu var. Ancak biz onlarla senelerdir görüşmüyoruz, konuşmuyoruz,” diye açıklar. Kadın, “Kesin miras içindir. Böyle şeyler duyuyorum çok,” deyince Dalya “yok” der. Kadın: “Anladım ailece iş yapıyordunuz size kazık attılar” gibi nedenler sayar durmadan. Her defasında Dalya olumsuz cevap anlamında kafasını sallar.
Sonunda Dalya ‘aile sırrı’ deyip sıyrılır da sorun çözülmemiştir. Kadın, “Beni dinle. Hiçbirşey için geç değildir. Ara onları. Belki de bu bir vesiledir. Aile demek kimse yalnız değildir, demektir. Ne gerek var kırgınlığa. Ara, bak göreceksin nasıl da koşacaklar. Kardeş ne demek canım hadi,” der.
Dalya telefonu çevirir: “Merhaba Alegre, ben Dalya...” deyip durumu anlatır.
Alegre: “Sen merak etme ve hiç düşünme hemen size gidiyorum. Ne demek o benim kızım sayılır. Ne gerekirse yaparım” der.
İki gün sonra Dalya uçağa biner. İnince doğrudan Alegre’nin evine gider.
Ev dopduludur. Tüm kardeşler ve çocukları içerdedir. Lora da çok mutlu ve sağlıklı gözüküyordur. İnanılmaz güzel bir manzara vardır. Herkes mutlu ve huzurludur. Hiçbirşey konuşmazlar. Alegre, “Yol yorgunusun. Sana Türk kahvesi yaptım. Sevdiğin biskoçolardan da var. Tarçınlıya bayılırdın,” der. İkramların ardından tatlı bir sohbet hepsinin yüzlerini gülümsetmeye yeter. Dalya dayanamaz, “hepinize bir özür borcum var. Gençtim, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmiyordum. Boşu boşuna kırdım aile bağlarınızı, düşman ettim sizleri. Ne olur affedin! Aile kadar güzeli var ma bu dünyada. Benim kardeşim yok. Kızımın benim gibi aile sevgisinden mahrum büyümesine izin vermeyin. Bayramların coşkusunu birlikte geçirmemizi sağlayın,” der demez görümcesi, “Yok, sen de haklıydın. Biz sana çok karıştık”, deyince “Yok karışmadınız” gibi yine bir atışma çıkar. Tartışma hızlanınca gülüşürler. Aynı hatayı yapmayacak kadar olgun ve tecrübe sahibidirler artık. Dalya, “Yılları geri getirebilme gücüm olsaydı sizinle hiç kavga etmezdim. Hayatıma müdahele ettiniz ama neden: Bizi sevdiğiniz için. Yanlış yapmamızı önleyebilmek amacındaydınız. Bunu şimdi kavrayabiliyorum. O çatı katındaki evi sırf size inat aldım. Senelerce yağmurda çektim. Ne dediyseniz hepsi doğru çıktı. Keşke bu olgunluğa o an erişebilseydim. Gençlik işte! Ancak şimdi değiştim. Geçen zamanı geri getiremem ama gelecek günleri daima birlikte geçirmek için elimden geleni yapacağım. Artık Şabat’ın kutsallığını, bayramları doya doya geçireceğiz. Sizin çocuklarınız benim de olacak. İyi ve kötü günlerimizi hep omuz omuza geçireceğiz. Biz büyük bir aileyiz. Kimse bizi deviremez. Aile demek sevgi, özveri, dayanışma, birliktelik ve tılsımlı huzur demektir,” der ve hepsine tek tek sarılır. Gözyaşları sel olmuştur. Hasret hepsini üzmüştür. Mutludur. Çünkü en değerli servete kavuşmuştur. Ve bu sefer onu kaybetmeye niyeti yoktur. Lora’nın gözleri sevinçle parlarken içi mutlulukla dolu annesine sarılır ve evlerine dönerler.