Son günlerde fazlasıyla medyada dikkatimi çeken bir terim var. ‘Beyaz Türk’. Bu kelimeyi ilk kere literatüre sokan akademisyen yanılmıyorsam Nilüfer Göle’ydi. Ben Beyaz Türk kavramının çıkış noktasından yani burjuvaziden ve günümüzde yakıştırılan tanımlarından bahsetmek istiyorum.
İlk olarak pek çok akademisyenin katıldığı bir tespit yapalım: Türkiye’deki toplum yapısının yaşadığı sıkıntının temel nedeni, geçmişten günümüze bir burjuvazinin oluşamamasıdır. Burjuva batıdaki tanımı ile, parasal gücünün yanı sıra, eğitimi, kültürü, yaşam biçimi ve dünya görüşü ile toplumun önünde koşan sınıftır. Topluma örnek olur. Bilim adamlarını, sanatçıları hem manevi hem de maddi olarak destekler. Solcu literatürde ‘üretim araçlarına sahip olan sınıf’ gibi basitçe tarif edilse de, entelektüellere göre ‘yaşamı sadece üretmek ve tüketmekten ibaret olanlar’ gibi küçümsense de, burjuva, bilgi, yaşam tarzı, dürüstlük, doymuşluk gerektiren bir olgudur.
“Türkiye’de neden burjuva yok?” sorusunun cevabını ta Osmanlı’daki merkezi devlet anlayışında aramak mümkün. Avrupa aynı yüzyıllarda küçük prenslikler halinde gelişirken, Osmanlı, merkeziyetçi anlayışla halklarının özerk bir kültürel ve ticari yapıya sahip olmasını kısıtlamaktaydı. Sermaye merkezden yönetilmekte, dolayısı ile kazanç da merkeze akmaktaydı. Osmanlı döneminin tek elle tutulur burjuvazisi azınlıklar ve Türkiye’ye yerleşmiş Avrupalılardı. Ancak varlık vergisi uygulaması nedeni ile azınlık burjuvazisi sinince, Türkiye’nin gerçek burjuva sınıfının oluşması için bir kapı aralandı. Bu aralanan kapı gerekli finansmanı sağladığı halde, Anadolu esnafının başlattığı burjuvalılaşma başarılı olamadı. Zira burjuvalılaşma kendini yetiştirmeyi, kendini aşmayı gerektirir. Kendine özgü yaşam tarzı üretmeyi gerektirir. Türkiye’deki örneğin başarısız olma nedeni bu doğan sınıfın Batı taklidi yapması ve öncü olmayı da içlerine sindirememeleridir.
Gereğinden fazla magazin edilmeden önce Beyaz Türk ifadesinin Türkiye’de ilk defa doğru şekilde oluşan bir burjuvaziyi tarif ettiği izlenimine kapılmıştım. İlla beyaz- siyah ve gri gibi üç anlamsız sınıf oluşturmadan, tek başına bir kavram olarak uygun bulmuştum. Serdar Turgut’un Beyaz Türk tarifi de buna uyuyor. Ona göre Beyaz Türklük, varlığına ‘bilgili, birikimli ve kültürlü’ olma koşullarını da ekleyebilmeyi kapsıyor. Gece bara gidip gezip dağıtacak parası olan, Türkiye meselelerine duyarsız, kendini fanusta tutup ötekiyle yüzleşmemeyi tercih eden gibi fazlasıyla popüler tanımlar, kelimeye yüklenen yüzeysel kulplar, ilk defa doğru giden bir sosyal olguyu ne yazık ki yeniden baltalamaya başladı. Magazin dünyasının süsleyip cazip hale getirdiği renkli hayatlar ve görmemişlik Beyaz Türk tarifinin tamamı gibi gösteriliyor. Medyayı takip eden büyük bir kesim de bilgi, donanım, emek gibi önkoşulları boş verip içi son derece kof bu dünyaya ait olabilmek, onlar gibi tüketebilmek için can atıyor.
Kelimenin bir sınıfı değil de bir olguyu tanımlaması en güzeli aslında. Yani Beyaz Türk ebeveynin çocuğu doğal olarak Beyaz Türk olmuyor. ‘Bu sınıfa ya doğulur ya da asla girilemez’ gibi rijid kurallar yok.
Beyaz Türk, burjuvazinin modern oluşumu olarak konumlanmalıydı. Yani kimliğini uzmanlığına ve mesleğine dayandıran aydınlık insanlar. Çalışarak kazandığı parayla iyi yaşamayı bilen insanlar. Yaşam tarzı ile örnek oluşturan insanlar. Kulp takmaya çalışanların bozamayacağı insanlar…