Ve son derece yardımsever biridir. Eşi öldükten sonra yaşamını oğlu Boni ve gelini Rahel’le geçirir. Torunu Moris’i de çok sever.
Mordo’nun büyük bir fabrikası ve emrinde çalışanları vardır. Oğlunu da yanına alır. İşler tıkırındadır.
Mordo gündüzleri bir anda yok olur. Oğlu onun nereye gittiğini iyi bilir. Onun bir listesi vardır. Listedeki kişilere yardım etmeye gider. Hiç aksatmaz. Zaten hepsi onun yolunu bekler. Onları tek tek ziyaret eder, dinler, sohbet eder. Kimine erzak yardımı, kimine giyecek, içecek, harçlık verir. Hepsi Mösyö Mordo’ya duacıdır. O, tam bir beyefendidir. Kimseyi kırmadan hepsiyle yakından ilgilenerek severek yapar bunu. Boni’ye “Bugün sen de gel benle” der ama onun hep gelmemek izin bir mazereti vardır.
Birkaç sene sonra Mordo iş yerinde yere yığılır. Kalp krizi geçirmiştir. Birkaç gün hastanede kalır. Eve gelince hemen oğlunu yanına çağırır: “Oğlum, bu elindeki listede benim yardım ettiğim insanların isim ve adresleri bulunmakta. Kaç gündür onlara gidemedim. Hemen çık, tek tek onları ziyaret et, hatırlarını sor. Durumunu anlat. Onları dinle ve hemen ne istiyorlarsa yardım et.” der. Mordo rahatlar, görevi emin ellere vermenin tatlı sarhoşluğuyla uyuyakalır.
Boni evdedir. Eşi “Ne zaman çıkacaksın? Babanı duydun. Haydi gitsene?” deyince o: “Ne gitmesi! Yeter. Ben babam gibi saf değilim. Şimdi gideceğin, ağlayacaklar. Beni kandırmaya, para koparmaya çalışacaklar. Yok öyle yağma! Herkes kaderine razı olsun. Ben çocuğumun hakkını kimseye vermem.” diye hışımla çıkışır.
Mordo ilaçların etkisiyle saatlerce uyur. Uyanınca hemen sorar: Boni, gittin mi, söyledin mi? Hasta olduğumu onun için gelemediğimi yardım ettin?” diye sorar. Boni, “Baba, sen şimdi kendine bak. İyiler senin işini hallettim. Sen merak etme.” gibi laflarla net cevap vermez.
Mordo sürekli hasta yatağında oğluna sorular sorar. Boni hep geçiştirir. Derken bir gece Mordo fenalaşır ve bu dünyaya gözlerini yumar.
Cenazesi tıklım tıklımdır. Ne çok sevenleri vardır. Herkese yardım etmiş dev bir çınarı kaybetmiştir hepsi. Kalpleri buruktur.
Babasının en yakın arkadaşı Boni’ye “Canım oğlum, babanın en yürekli bir insandı. Herkese destek olurdu. Kimseye yüzüstü bırakmadı. Çalışanlarına karşı sevgi dolu birer baba gibiydi.
O, bir melekti anlayacağın. Yeri doldurulamayan canım dostumdu. Hatırlıyorum da iflasın eşiğindeydim. Umutsuzca dükkanımda son kez oturuyordum. Kapı açıldı. İçeride bir ışık doğdu. Baban geldi, bana yardım etti. Bak şimdi üç fabrika sahibi biriyim. Ne büyük insandı. Umutsuzlukları umuda dönüştüren bir melekti, o, başınız sağolsun.” der.
Boni bu lafları duymak bile istemez. İnanılmaz hırslıdır. Kimseye yardım etmeye niyeti de yoktu. Eşi Rahel: “Babanın listesini unutma. O, çok hayırsever bir insandı. O, insanları çaresiz bırakmadı. Lütfen benim hatırım için git.” diye yalvarır ama Boni’nin değişeceği yoktur.
İşlerin başına Boni geçer. Kimseye tolerans göstermeyen kibiri tutumuyla “sevilmeyen patron” sıfatına layık olur. İşler yavaş yavaş bozulmaya başlar. Ne yapsa rayına oturtamıyordur. Ardında büyük bir batak yer. İflas etmiştir. Eve gelir. Eşi evde değildir. O da onu terk etmiştir. Parası olmadığından değil kalbi olmadığından gitmiştir.
Ertesi gün dükkanda oturup kara kara ne yapacağını düşünürken; oradan babasının bir arkadaşı geçer: “Nasılsın delikanlı?” diye sohbete başlar. Ardından: “Baban çok büyük insandı. Yanında kağıt kalemle gezerdi. Bir yardım listesi vardı. Herkesin umuduydu. Hele vefa borcu olanları asla unutmazdı. Bir Madam Viyolet vardı. Genç yaşta oğluyla dul kalmış bir kadındı. Bir gün plajda yüzüyordunuz. Senin simidin çıktı. Madam Viyolet hemen denize atladı, senin hayatını kurtardı. Dünyalar babanın olmuştu. O günden sonra ona olan vefa borcunu ödemek için oğlunu okutmaya başladı. Her ay gider okul masraflarını öderdi. Kadıncağız zar zor evde dikiş dikerek geçinmeye çalışırdı; sonra birgün Mösyö Mordo gelmemeye başladı, çünkü hastalanmıştı. Günlerce yolunu bekledi Madam Viyolet. Yandı tutuştu. Biricik oğlunu okutamayacak diye kahroldu. Acısından daha fazla dayanamadı. Yataklara düştü. Bir komşusu vardı. Baban ona da ilaç yardımı yapardı. Doktor getirirdi. Baban gelmeyince o da bir gün yatağında ölü bulundu. Babanın ölümü birçok insanın hayatını yıktı, anlayacağın. Onun yolunu dört gözle bekleyen yetimler, dullar, çaresizler perişan oldular. Babanın özenle tuttuğu listesindeki insanlar boynu bükük kaldılar. Nasıl da canla başla yardıma çalışırdı. Severek yapardı; çünkü bilirdi ki, hiçbirşey bir insanoğluna ait değil. Herşey Allah’ın elinde. İnsanların duaları sayesinde de işi hep rast giderdi babanın. Fabrikadaki işçilerinin her derdine koşardı. Yanında çalışanlar onu o kadar severdi ki, babaları gibi görürler, gönülden çalışırlardı. Bu nedenle başarılıydı, çok kazanır ama yardımı hayat felsefesi yapardı. Çok yazık ki, biricik oğluna örnek model oluşturamamış! Yanında çalışanlar tarafından öfkeyle bakılan, hissiz, duygudan arındırılmış bir oğlu olduğunu bilse nasıl da üzülürdü adamcağız. Yazık çok yazık!” deyip çıkar dükkandan.
Boni kalakalmıştır: “Ben neler yapmışım? Aman Tanrım! Neden? Neden?” diye hıçkırıklara boğulur. Açtığı tamir edilemez yaraların vicdan azabını taşıyacaktır hayatı boyunca. Yolunu bekleyen insanları yüzüstü bırakmasının cezasını çekecektir bundan sonra…