Ralf Arditti
Dolmabahçe’de stadyumun tam arkasında kırmızı ışıkta aracımda beklerken, birdenbire kafama dank etti, küçülmenin nimetleri. Bilirsiniz, trafiğin uzun aralıklarla durduğu noktalarda ellerinde kova ve temizleme aparatlarıyla birdenbire peydah olan bazı gençler araçlara doğru yönelerek camları yıkamaya ve silmeye girişirler. İstemeseniz dahi bir kez sabunlu su değdi mi temizletmeye mecbursunuz.
Bu kez bana gelmediler! Çevrede Jaguar ve Porsche sahiplerini hedef aldılar haliyle. Beş buçuk yıllık Volkswagen Touaregimi yeni satmış ve kiralık Ford Fiesta kullanıyordum. Küçük ve çelimsiz aracıma bakmadılar bile. Lüks araç sahiplerine yanaştılar harçlıklarını çıkarmak için. Birdenbire hayırlı bir iş yaptığımı anladım.
Touareg 40 yıldır süren bir büyüme sürecinin son aşamasıydı. İlk araç olan kanarya sarısı Renault 12’yi, lacivert ve gri renkte Honda Accordlar ve gene koyu mavi Nissan Pathfinder takip etmişti. Ortalama her aracın kullanım süresi 7 yıl. Her yeni değişimde motor hacmi % 25 büyüdü, fiyatı % 50 yükseldi, yıllık masrafı ise % 100 artışa vardı. Dur demenin zamanı gelmişti.
‘Downsizing’ uygulamaya karar verdim. Malum, Batılı işletme uzmanlarının her sıkıntıya düşen şirkete uyguladıkları reçete: küçül ve kendine dön! Benim de esas değerlerime (core values) dönme zamanım gelmişti.
Neydi bu ‘esas değerler’? Sadelik, yalınlık ve netlik. Oldum olası lüks tüketimden hazzetmedim. Büyük alışveriş merkezlerinde vitrinleri seyretmek hiç ilgimi çekmedi, yanımda eşim olduğu zamanlar hariç. Yeni moda eğilimlerine ancak sosyal bir açıdan, ‘perakendecilik sektörünü acaba nasıl etkileyecek?’ diye baktım. Kendim için bir şeyler istemişsem, namerdim!
Fakat herkes benim gibi davranırsa ve kimse fazla para harcamaya girişmezse o zaman ekonominin durumu ne olurdu? Felaket! Lüks mağazalar, yeni moda trendleri, cazip modellerin tanıttığı ayakkabılar ve giysiler, markalara yapılan yatırımlar ve bunların gerisindeki on binlerce yönetici, tezgâhtar, tasarımcı, kundura ustası, dikiş-nakışçılar nasıl geçinecekler?
Bu müzakere, ‘tüketim harcamalarına mı yönelelim yoksa tasarrufa mı’ tüm dünya ekonomistlerinin kafasını meşgul ediyor. ABD Almanya’ya çıkışıyor: “Senin vatandaşın zengin ama sen onlara harca demiyorsun. Biraz daha fazla satın almaları teşvik et ki ithalatın yükselsin. Dış ödemelerin hep fazla veriyor, bundan da ticari ortakların ıstırap çekiyorlar.”
Almanya da cevap veriyor: “Ben Weimar Cumhuriyeti’nin enflasyon devrini çok iyi hatırlıyorum. Vatandaşımdan geleceğin parasını harcamasını talep edemem. Sonra siz Amerikalılar gibi borcu borçla veya para basarak ödemeye kalkarım. Bak Yunanlıların haline, 20 yıl borçla yaşadılar şimdi de daralmakla meşguller. Bizimkiler eli sıkılar ve tasarruf yaptılar diye har vurup harman savuran Güney Avrupalıları kurtaramayız. Sonra Karlsruhe Yüksek Mahkeme yargıçları Anayasa’ya aykırılıktan beni alaşağı ederler, maazallah!”
Sıkıntılı Batı sesleniyor: “Sen harcama, Çin de harcamasın… Ne olacak bu dünyanın hali? Sizlerde para ve rezerv bol, tüketicinizin eli açık olmazsa ters yüz gideriz. Biz Fransa, İngiltere, İrlanda, İspanya, İtalya tasarrufa yönelirken siz Brezilya, Çin, Türkiye, Emirlikler bol bol tüketin ki şirketlerimiz size satış yapıp yaşasınlar.”
Sonuç: Her kim küçüldüyse son yıllardaki hatalarının bedelini ödüyordur. Hâlbuki birçok ülke, şirket, kişi son dönemi iyi değerlendirerek para kazandılar. Onlar küçülmemeli, harcamalı ki, tasarrufa gidenlerle denge oluştursunlar. Yoksa dünya sırf tasarrufa giderse tüm sanayiler batar.
Touareg’imi satın alan Edirneli diş hekiminin hayatını iyi kazanmasına duacıyım. Çevremde önemli ölçüde Range Rover, BMW ve Porsche görmekten dolayı sıkılmayacağımı, alışveriş merkezlerinin bol bol kazanmalarına içerlemeyeceğimi, ekonomi çarklarının onlar sayesinde döndüğünü takdir ettiğimi ve lüks harcamalardan dolayı kızmayacağımı şimdiden beyan ederim.