Araya uzunca bir bayram tatili girdi. Dokuz günlük fırsatı değerlendirerek Hindistan’a seyahat ettim. Akber Sarayı’nda gezerken duvarların pek çoğunda yer alan Davud Yıldızları’na rastladım. Gezi süresince pek çok tapınakta ve binalarda fark ettiğim diğer bir simge de Gamalı Haç’tı. ‘Burada da mı antisemitizm var?’ diye şaşkınlıkla rehbere sordum.
Araya uzunca bir bayram tatili girdi. Dokuz günlük fırsatı değerlendirerek Hindistan’a seyahat ettim. Yanıma okumakta olduğum Rıfat N.Bali’nin “6-7 Eylül 1955 Olayları-Tanıklar-Hatıralar” adlı kitabını ve netbook’umu aldım. Ama o yoğun koşuşturmaca ve spritüel atmosferde sıradan güncel alışkanlıkları sürdürmek mümkün olmadı. Doğal olarak da gelişmelerden kopuk kaldım. Bu köşe yazımda ayrıntılı olarak bu gezimi anlatacak değilim pek tabii. Belki ilerde, gazetenin eklerinin birinde olabilir.
Hindistan’ı ilk kez ziyaret ettiğim için tam bir kültür şoku yaşadım. Başkent Yeni Delhi dışında gezdiğim Jaipur, Agra, Varanasi’de araçlar birbirlerini ‘sağlarken’ veya seyir halinde yerli yersiz çalınan klakson, cehennemi bir ses kirliliği yaratıyor. Hurda haline dönüşmüş eski püskü otobüslerin arkalarında; ‘Horn please’ (Klaksona basın lütfen) yazısı yer alıyor. Rehberimizin dediği gibi; “bu ülkede frensiz trafiğe çıkmak mümkün ama klaksonsuz asla!”
Sel gibi bir insan kalabalığı, yolcu taşıyan bisikletli veya motosikletli Rikşalar, yol ortasında serbestçe dolaşan kutsal inekler, rengârenk giysileri ile her gece bir festivale katılan veya yakılmak üzere çiçeklerle bezenmiş cenazeleri taşıyan konvoylar… Bu karmaşayı yaşamak lazım… Kutsal Ganj Nehri kıyısında gördüklerimi anlatmak ise daha da güç…
İsviçre bankalarında mevzuatın % 40’nın Hindistan menşeli olmasına karşın yoksulluk inanılmaz boyutlarda; kanalizasyon alt yapısı bulunmadığından lağımlar yol boyunca akıyor. Bu lağımların içinde oturan yarı çıplak insanları görünce geri kalmışlığın anlamını kavrıyorsunuz. Ancak Hintlilerin bir bölümü sokaklarda gecelemelerine, çoğunlukla çıplak ayak gezinmelerine karşın diş sağlıklarına büyük önem veriyorlar. Günün doğması ile her su akan yerin başında dişlerini fırçalamak için birikmiş bir kalabalık göze çarpıyor.
Hinduizm bir dinden çok bir yaşam tarzı, geleneklerin ayrılmaz bir parçası... Hindistan, Hindu, İslam, Sihizm, Budizm, Hıristiyanlık, Jainizm gibi sayısız inançlara ev sahipliği yapan bir ülke… Bir hoşgörü ülkesi…
Moğol İmparatoru Timur’un torunu Babür, 100 bin asker ve 1000 fillik bir orduya sahip Delhi Sultanı İbrahim Ludi’yi Çin’den getirttiği barut ve topçu birlikleri sayesinde yarım saatlik bir savaştan sonra yenerek Delhi’yi ele geçirdi. Böylece Şah Babür, 1526 yılından Hindistan’ın tümüyle İngiliz İmparatorluğu’na katıldığı 1858 tarihine kadar sürecek en uzun Hint-Türk İmparatorluğu’nu kurdu.
1556’da, 14 yaşında iken tahta çıkan ŞahEkber (Akber) Hinduların da devlet memuru olmalarını sağladı, inşa ettirdiği ve her dinden motiflerle süslediği sarayında farklı din adamlarıyla ruhani konularda fikir alışverişini gelenek haline getirdi. AkberSarayı’nda gezerken duvarların pek çoğunda yer alan Davud Yıldızları’na rastladım.
Gezi süresince pek çok tapınakta ve binalarda fark ettiğim diğer bir simge de Gamalı Haç’tı. ‘Burada da mı antisemitizm var?’ diye şaşkınlıkla rehbere sordum. Maya ve Sümer uygarlıklarında, kökeni M.Ö. 4000’li yıllara kadar dayanan bu simgenin Hinduizm, Budizm ve Jainizm’e göre kutsal olduğunu, âlemin koruyucusu ‘VişnuTanrısı’nın 108 sembolünden birini oluşturduğunu, dört kolunun dört kozmik gücü (ateş, su, hava, toprak) ifade ettiğini ve kolları saat yönünde dönük olan şekliyle güneşin ışığını, başarı ve uğuru, kolları ters yöne dönük şekli ile de geceyi ve uğursuzluğu sembolize ettiğini öğrendim.
“Limmud Kültür Festivali”nde Hint asıllı Prof. Dr. Jael Silliman, Yahudilerin Hindistan’da 2500 yıldan beri birbirinden bağımsız, farklı köklerden gelen ve farklı diller konuşan üç cemaat halinde varlıklarını sürdürdüklerini, günümüzde ise sayılarının iyice azaldığını belirtmiş ve özellikle Kalküta Yahudilerinin geçmişlerinden söz etmişti.
Yolculuğum Yahudilerin daha yoğun yaşadığı Kalküta ve Mombai’ye kadar uzanmadığı için sadece on aileden oluşan, tek sinagogu ‘Judah Hyam’ ile dünyanın en küçük Yahudi cemaatlerinden birinin varlığını sürdürdüğü Delhi’de bulundum.
Ailesi İsrail’e göç etmiş olan Ezekiel Isaac Malekar 27 yıl önce Maharashtra’dan Delhi’ye geldi ve kente âşık oldu. Her Şabat evinin yanı başındaki sinagogun duaya açılması için uğraş veren Malekar, zorunlu olarak dünyada kadınların da ‘Kadiş’ söylenirken ‘minyan’a dâhil edildikleri tek sinagogun Yeni Delhi’de yer aldığını belirtiyor ve duygularını şu sözlerle ifade ediyor:
“ Yahudiler Hindistan dışında dünyanın her yerinde kıyımlara, ayırımcılığa tabi tutulmuşlardır. Yahudilik kalbimde yer alır ancak Hindistan kanımdadır. Delhi’de her şey ruhanidir. “
Bir internet sitesinde okuduğum üzere; “Hindistan ne yapmak istiyorsanız odur.” Tapınaklar mı görmek istiyorsunuz, aklınızı başınızdan alacak kadar heybetli ve muhteşem tapınaklar karşınıza çıkar. Aradığınız tarihse eğer; kaleler, terk edilmiş şehirler, kalıntılar geçmişi fısıldayacaktır kulaklarınıza. Doğu felsefesini tanımak istiyorsanız Aşram’ları ziyaret edebilirsiniz. Ya da dağların temiz havasını içinize çekmekse hedefiniz, yerkürenin çatısında ciğerlerinize Himalayalar’ın havası dolacaktır.