Gerçek bir hanımefendi. Dimdik, mağrur; yüzünde yılların, gözlerinde yaşanmışlıkların izi. Bir o kadar da cana yakın. Kanapeye yanıma oturuyor, fotoğraf çektireceğimiz an Sibel’in eşarbı çok hoş. Benim kıyafetimse fazla sade bugün, bir eşarp ödünç verir misin? diye soruyor evinde buluştuğumuz arkadaşıma…Fotoğraflar çekiliyor, kahveler yudumlanıyor, sohbet başlıyor:
Fransa’ya çok sık geliyor musunuz?
Ara ara, ama bu seferki gelişimiz çok özel. Haftasonu eşimle Lesterps’e gidiyoruz, tören için…
Charente bölgesinde minnacık bir kasaba Lesterps ama hanımefendi için çok özel anlamı var: Elisabeth Lacalle, nam-ı diğer Sœur(rahibe) Saint-Cybard, savaşın en tehlikeli dönemi olan 1944 yılında küçük bir Yahudi kızını bu kasabada saklamış. Küçük kız ‘Never Tell Your Name’ (Adını Asla Söyleme) kitabının yazarı, yanımda oturan Josie Levy Martin’den başkası değildir.
Kitabı çok etkilenerek okumuştum. Josie’nin anne-babası Erna ve Sylvain Levy, Hitler iktidarının Almanya’sından kaçıp Fransa’nın Sarreguemines şehrine yerleşirler. Savaş patlak verdiğinde işgal altında olmayan Limoges yakınlarında Montbron’a taşınıp saklanmaya çalışırlar. 1943’de Fransa tamamen işgal edildiğinde Naziler bölgede Yahudi ve direnişçi avına çıkarlar. Tehlikenin iyice büyüdüğünü gören anne-baba Josie’yi saklamanın şart olduğuna karar verir. Kasabanın bakkalı Mme. Leroy, aileye Josie’yi Lesterps’deki Sœur Saint-Cybard’ın okuluna göndermelerini önerir. Sœur, tüm tehlikeleri göze alarak Yahudi kızı saklamayı kabul eder. Josie 1944 Ocağında okula yerleştirilir, henüz 6 yaşındadır ve çok büyük bir yalanın dayanılmaz ağırlığıyla yaşamak zorundadır: Anne-baba defalarca tembih eder: “Asla gerçek soyadın Levy’yi kullanmayacak, telaffuz etmeyeceksin. Bu günden sonra adın Josie L’Or ve artık sœur’ün yeğenisin.”
Kitap, işgal altındaki Fransa’da, anne, baba, Jacqueline, Alman Fritz’e aşık olan öğretmen Mlle. Gilberte, “yalnız beni kurtarmakla kalmadı, büyük bir iyilik örneği, karanlığı delen bir ışıktı” diye nitelediği Sœur karakterleriyle örülü gerçek hayat hikayesinde, yaşam savaşı veren bu küçük kızın duygu yüklü tanıklığıdır.
Küçük Josie 1947 yılında Amerika’ya göç eder, Los Angeles’a yerleşir. Fakat Lesterps’in saklı çocuğu hiç bir zaman unutmaz, uzun yıllar söz hakkı sırasını bekler. Kitap 2002’de İngilizce basılır, 2007’de Fransızcaya çevrilir.
Kitaptan söyleşimize geri dönüyorum:
Siz Lesterps’deyken anne babanız ne yaptılar?
Sürekli saklandılar. Ahırlarda, ambarlarda, tarlalarda, boş arazilerde.. Tehlike olduğu veya olacağı dedikodusu yayıldığı her an… Çok zor günler yaşadılar.
Soeur Saint-Cybard’la bir daha hiç karşılaştınız mı?
Hayır, mesafeden dolayı kontak kesildi; muhtemelen anne-babam ona bağlılığımdan da çekindiler. Ama ileriki yıllarda bana ondan çok bahsettiler. Ona teşekkür edememenin acısı hep içimde ama bu kitabı bir anlamda onun için de yazdım.
Kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Niye o kadar yıl beklediniz?
Holokost nedeniyle ailesinden koparılmış, kaybettiği çocukluğunu asla bulamamış saklı çocukların acısını kelimelere dökmek 60 yılımı aldı. Bu saklı çocuk hep aklımda, rüyalarımda, kabuslarımdaydı. Ancak 2000 yılında çocukluğumun coğrafyasına geri dönebildim.
Kitapta neden üçüncü tekil şahıs kullanmayı tercih ettiniz?
Çocuğun okuyucudan uzak durmasını istedim, aynı ailesinden ve tanıdık herşeyden koparıldığı gibi… Bugünkü tecrübeli gözlerim, yaşlı sesim ve erişkin dilimle yazmak çok baştan çıkartıcıydı, ama çocuk izin vermedi, sürekli inat etti: “Sen orada değildin, ben oradaydım. Bu benim hikayem. Erişkin bir kadının geriye bakıp olayları yorumlayıp kendince anlatmasını istemiyorum. Sadece ben gördüklerimi, hissettiklerimi, korkularımı, yalnızlığımı anlatabilirim”diyordu. Bu tarzım, çoğu okuyucu tarafından eleştirildi ama benim kararımdı.
Okul psikoloğu olmayı seçmenizin ardında çocukluk yaşanmışlıklarının yeri var mı?
Tabii, olmaz mı? Çocuklarla olmayı, onlara yardım etmeyi seçmek bir tesadüf değildi. Eskilerin dediği gibi “terzi kendi söküğünü dikemez.”
DÜRÜSTLER ARASINDA BİR RAHİBE
1969’da 84 yaşında hayata gözlerini yuman Sœur Saint-Cybard’ın adı, Kudüs’te bir bahçede, masum Yahudileri Nazilerin elinden kurtarmak için herşeyi riske atan bir avuç insan arasına kazınır; ancak kitabın yayımlanmasının ardından gölgedeki direnişçi gün ışığına çıkmıştır.
Tören ertesi Josie’yle söyleşimizi Paris-San Francisco hattında sürdürüyoruz: Törenden ne kadar etkilendiğini anlatıyor. “Öyle yoğun bir andı ki…” İngilizce başladığı cümlesine Fransızca devam ediyor: “Un torrent d’emotions… Bir duygu seli, muhtemelen bu deneyimi anlatacak bir kitap daha yazmalıyım!”
Sanki o anı tekrar yaşıyor, bana da yaşatıyor: 7 Kasım Pazar saat 11’de Lesterps Belediyesi’nin tören salonundayım. Josie ilk sırada oturmakta, eşi yanı başında… Soeur Saint-Cybard’ın yeğenleri Michèle, Louis ve Pierre Lacalle, ölümünden 41 yıl sonra, teyzelerinin ‘Juste Parmi les Nations’ (Uluslararası Dürüstler) madalyasını almak için oradalar. Sivil, askeri, dini erkan orada. Emniyet Müdür Yardımcısı Laurent Alaton ailesinin hikayesini aktarıp “Takdire şayansınız. Babam o dönemle ilgili halen konuşmayı başaramadı” diyor. Yad Vaşem yetkilisi Natan Holchaker herkesi bir dakikalık saygı duruşuna çağrıyor.
Madalyanın verilmesinde, anı ve tanıklıklarıyla dosyanın kabul edilmesini sağlayan Josie’nin sınıf arkadaşlarının desteği var: “Ekose önlüğü ile Josie’yi çok iyi hatırlıyorum, Yahudi olduğunu ve saklandığını hiç bilmedik” diyen Odette ve “Hep sœur’ün eteklerinin arasında dolanırdı, yeğeni olduğunu biliyorduk” diyen Irène. “Fazla soru sormazdık, sadece niye teyzesinin odasında yattığını merak ederdik. Sœur otoriter görüntüsüne rağmen geniş görüşlü bir insandı, koro yönetir, tiyatro, İspanyolca, felsefe, piyano dersleri verirdi bize.”
Sarah’s Key (Sarah’ın Anahtarı) kitabını okuyup Şalom için yazdığımda, iki yıl sonra filmini izleyeceğimizi düşünmemiştim. Josie Levy’nın hikayesi de o kadar güçlü ki ‘Adını Asla Söyleme’ninbir yapımcının dikkatini çekeceğine vesinema salonlarını fethedeceğine eminim. Benden söylemesi…