Semih Poroy vatandaşlık görevini yaparak olayı polise bildirdi. İstese daha fazlasını yapar, darpçıların portrelerini aynen vesikalık fotoğraf kıvamında çizebilirdi. Ama içindeki asil edebiyatçı ruhu bunu yapmasını engelledi
Gecenin zifiri karanlığında, sokak kapısının önünde telaşla evinin anahtarlarını bulmaya çalışıyordu. Bir saat önceki hengâmede çantasının altı üstüne getirilmişti. Huzursuzdu. Evin içinden hiç durma yankılanan telefon zili sinirini bozuyordu. Ayazdan ayaklarının acısını bile hissetmiyordu. Sonunda soğuk bir metal yığının eline değdiğini hissetti. Sevindi. Demek anahtarlarını almamışlardı. Şansa anahtar deliğini hemen buldu, koşarak içeri daldı. Telefon hâlâ aynı ısrarla çalıyordu. Alo dediğinde nefes nefeseydi.
- Abi merhaba, biziz, tanıdın mı?
- Kim? Kim dediniz?
- Abi… Hani az önce karşılaştıydık ya… Merak ettik, eve sağ salim ulaştın mı diye… Bi soralım dedik…
- Haa, tamam… Ulaştım sağ ol! Peki, sen bu numarayı nasıl buldun?
- Abi, telefonuna ev diye kaydetmişsin, öyle bulduk… İyi misin bari?
- Teşekkür ederim, biraz üşüdüm ama şimdi daha iyiyim…
- Çok iyi! Abi, bir ricamız daha olacak, mümkünse…
- Hayrola? Daha ne istiyorsun?
- Abi, diyorduk ki, şu telefonun şifresini de versen… Hani ara sıra memleketi falan arardık…
- Yok artık! Abarttınız ama! Sakın bir daha beni arama, zaten şimdi polise gidiyorum!
- Sana da iyilik hiç yaramıyor be abi!
Trık! Karanlıkta, elinde telefonun ahizesi öylece donakaldı. Az önce konuştuğu darpçısıydı. İki genç, ellerinde bıçak, onu tren istasyonuna giderken köprü altında kıstırmışlar, ceplerinde çantasında ne var ne yok almışlardı. Ayağındaki botlarını bile! Yine de haklarını teslim etmeli, insaflı çocuklardı. Ayakları üşümesin diye kendi yırtık iskarpinlerini bırakmışlar, tren bileti almasına yetecek kadar bozuk parayı da avucuna sıkıştırmışlardı. Tüm bu işlem sırasında kurbanla darpçıları arasında samimi bir diyalog oluşmuştu. Kurban mesleğini söylemiş, onlar da ilk kez bir gazeteciyle karşılaşmaktan mutlu olduklarını belirtmişlerdi. “Bizim çilemizi de yaz abi!” demişlerdi. Öyle ya, güç işti gecenin ayazında tenhalarda adam soymak!
Semih Poroy vatandaşlık görevini yaparak olayı polise bildirdi. İstese daha fazlasını yapar, darpçıların portrelerini aynen vesikalık fotoğraf kıvamında çizebilirdi. Ama içindeki asil edebiyatçı ruhu bunu yapmasını engelledi. Kendisini soyan çocuklarla sohbet ederken onları anlamaya çalışmıştı ya, artık uzaktan da olsa bir duygudaşlık kurulmuştu, şimdilerde empati deniyor buna…
Gerçekten de asil bir sanatçıdır Poroy. Portre çizeri unvanını taşımayı ısrarla reddeder. Oysa fırçasından payını almamış edebiyatçı, yazar, çizer, sanatçı hemen hemen yok gibidir. Çizdiği portre karikatürlerde mizah derinliği vardır. Kişiyi benzetmekle kalmaz, kimi özelliklerini de o yalın ve usta işi çizgilerinin içine sığdırır. Ama sorulduğunda, önünü alamadığı bir alınganlıkla “ben portreci değilim, karikatürcüyüm” der.
Bunun nedeni, portre karikatürcülüğünün genelde başka türlü algılanmasından kaynaklanır. Panayırlarda, alışveriş merkezlerinde sanatçılar görürsünüz, iki dakikada karikatürünüzü yaparlar. Renklisini isterseniz en fazla beş dakika sürer… Bizde portre karikatürü denince akla bu alaminüt sanatçılar gelir. Oysa portrenin karikatür sanatı içindeki yeri bambaşkadır. Yakın tarihlerde yitirdiğimiz David Levine ile Al Hirschfeld çok özel yetenek isteyen bu sanat dalının dünyadaki öncüleriydi. Levine’in edebiyatçı portreleri, Hirschfeld’in ise gösteri dünyasının ünlülerinin karikatürleri çoktan karikatür klasikleri arasına girdi. Kanımca Semih Poroy’un edebiyatçı portreleri de bu düzeyi tutturmuş, klasikler arasındaki yerini almaya hak kazanmıştır.
Ama Semih Poroy’un çizgi dünyası sadece portrelerle sınırlı değildir. Varlık Dergisinin okurları kadar, Cumhuriyet Kitap Dergisinin müdavimleri de onun çizgilerine aşinadırlar. Bu iki dergi için çizdiği ironik karikatürler onun edebiyat tutkusunun dışavurumudur adeta.
Bir diğer dışavurum aracıysa günlük ‘Harbi’ bant-karikatürüdür. Poroy bu tiplemeyi Cumhuriyet Gazetesi için yaratmıştır. Harbi, günlük olayları, hal ve gidişatı kendine has esprili ve felsefi bakışıyla yorumlarken, aslında yaratıcısının olaylar karşısındaki tepkisini dile getirmektedir.
Bu Semih Poroy yazısı durup dururken yazılmadı elbet! Şu günlerde çizerimiz hummalı bir faaliyet içerisinde; otuz beşinci yaşını kutlamaya hazırlanıyor. 1975 yılında Akbaba Dergisinde başlayan çizgi yaşamı bugün tam otuz beş yaşında, dile kolay! Bir çizer içinse kutlamanın tek bir yolu vardır: Sergi.
Bir retrospektif niteliğindeki Semih Poroy’un 35.yıl kutlama sergisi ‘artı 35’, 9 Aralık Perşembe akşamı yapılacak açılışla Schneidertempel Sanat Merkezi’nin duvarlarını yıl sonuna kadar onurlandıracak. Semih Poroy’u Cahit Sıtkı Tarancı’nın o ünlü mısralarını katlederek kutlamak istiyorum:
Yaş otuz beş yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındasın ömrün. Önünde koca bir otuzbeşlik daha var. Allah kolaylık versin!