Konjonktürün (belirli bir zaman dilimine denk gelen şartlar manzumesi) değişmesiyle, ulusların çıkarlarının değişmesi doğaldır. Her ulus, bu çerçevede, ilişkide bulunduğu başka uluslarla, bu değişikliklerin gerektirdiği farklı tutumları takınmak durumundadır.
Ancak, bunu yaparken, bin bir zorlukla tesis edilmiş olan mevcut dostlukların ziyan edilmemesine özen gösterilmesinde fayda vardır.
Dış ilişkilerin iç siyasette avantaj sağlamak için kullanılması olağan bir durumdur. Örneğin, AB ülkelerindeki bazı siyasi partiler Türkiye’nin Birliğe üye olarak kabul edilip edilmemesi üzerinden siyaset üreterek seçilmekle seçilememek arasındaki hassas dengeyi lehlerine çevirmeyi ustaca becerebilmişlerdir.
Mezkûr bağlamda, Türkiye’deki mukaddesatçı partilerin, yabancı dilde bağımsız kaynaklardan nesnel bilgi edinme de imkânı sınırlı, az eğitimli kitleleri, dinsel temaları uluslararası ilişkilerle harmanlayarak kullana geldikleri bir vakıadır. Bu kullanım Makyavelik (siyasi amaçların elde edilebilmesi için ilkelerden taviz verilebilmesi) olabileceği gibi, ideolojik (daha üstün olduğu düşünülen bir değere hizmet edebilmek için ilkelerden taviz verilebilmesi) de olabiliyor. Her iki tutumun da belli oranlardaki bir karışımı da mümkün tabii.
Türkiye yakın zamanda bu süreçten geçti. Örneğin, iktidar kadrosu Makyavelik nedenlerle kurulmuş olan İslam Konferansı Örgütü’nün1 başkanlığını alabilmek için İsrail ile iyi giden ilişkilerinin kalitesinin düşürülmesinde bir mahzur görmedi. 2 İsrail, Türkiye ile iyi giden çok yönlü askerî ve ticarî ilişkilerini germemek için bakanına gösterilen büyük tepkiyi sineye çekti. İsrail’in o tarihte onurlu bir duruş sergileyememiş olması, Türkiye’nin ilişkileri kontrollü olarak germe siyasetine yeşil ışık yakmış oldu.
2009 yılında Davos’ta sergilenen tutum adım adım gerilmiş olan Türkiye-İsrail ilişkilerinin dramatik bir hale getirdi. Aynı amaca yönelik olarak Devlet televizyonu TRT’de yayınlanan Ayrılık dizisinde İsrail askerlerinin bebek katili; Kurtlar Vadisi dizisindeyse İsrail diplomatlarının bebek kapkaççısı gibi takdim edilmeleri, İsrail Dış işleri bakanlığınca bu konuda duyulan memnuniyetsizliğin ifade edilmesi için Büyükelçi Çelikkol’un Bakanlığa davet edilmesine sebep oldu. Ancak, bu ilişkilerin tekrar rayına oturtulması girişimi İsrail diplomasisinin yüz karası olarak tabir edilebilecek “Alçak Koltuk” gafıyla ziyan edildi.
Bölgesel liderlik amacına hizmet edeceği düşünülen “Arap sokağının fethedilmesi” siyaseti çerçevesinde, İsrail’in Gazze ablukasını kırmak için yola çıkarılan özgürlük filosunun, Mavi Marmara felaketi, bu cins kumarların trajik sonuçlar verebileceğini gösterdi. İki ülke bu sefer kendilerini ilişkilerinin niteliğinin düşmesi bir yana bunların kopma noktasında buldular.
Her iki ülkeyle özel ilişkileri bulunan ABD yönetimi yaratılan bu yapay gerginliğin kendi bölgesel çıkarlarına ters olduğunu tespit etti. Dahası, o güne kadar ABD’nin yasama erki olan Kongre üzerindeki nüfuzunu Türkiye lehinde kullanmış olan Amerikan Yahudi Lobisi Türkiye’ye cephe aldı. İran’a yaptırım uygulanmasını öngören ABD tasarısına karşı oy veren Türkiye bu tutumuyla ABD ile de ters düşünce, İsrail ile olan gerilimi ABD siyasetinde daha göze batar duruma geldi.
Oysa, İsrail/Yahudi faktörü, 1980’lerin ortalarından beri, Türkiye’ye ABD Kongresi’nde etnik lobiler tarafından çıkarılan zorlukların önündeki başlıca engeldi.
Gelelim yazımızın başlığı olan “Yangın diplomasisi”ne. Başbakan Erdoğan’ın çok asil bir hamleyle, İsrail’den Türkiye’ye bir yardım talebi iletilmemiş olmasına rağmen, İsrail’in Hayfa kentinde çıkan devasa orman yangını için yardım elini uzatması iki ülke arasındaki mevcut krizin yumuşatılması için bir vesile oldu. İsrail Başbakanı Netanyahu Başbakan Erdoğan’ı arayarak Türkiye’ye şükranlarını bildirdi.
Şimdi sorulması gereken esas soru şudur: Türkiye, İsrail konusunu iç ve dış siyasetinin bir kaldıracı olarak kullanmaya devam edecek mi etmeyecek mi? Bu siyaset devam edecekse, dilenebilecek özürlerin veya ödenebilecek olan tazminatların hiçbir anlamı olmayacaktır. Şayet Türkiye tarafından İsrail’e uzatılan yardım eli bir siyaset değişikliğinin işaretiyse, o zaman İsrail’in, özür dilemese bile üzüntülerini beyan edeceğini ve Mavi Marmara mağduru ailelerin acılarını hafifletecek girişimlerde bulunabileceğini öngörmek mümkündür.
Bu arada, Türkiye ile İsrail arasında yangın konusundaki dayanışmanın 3 Temmuz 1997 tarihinde Kırıkkale’deki MKE mühimmat fabrikasında meydana gelen infilaklı yangının İsrail’den gelen iki yangın söndürme helikopteri tarafından söndürülmesine uzandığını kaydetmiş olalım.
1- Söz konusu örgüt 1969 yılında Yahudilerin Kudüs’teki El Aksa Camii’ni yakma girişiminde bulundukları propagandası temel alınarak kurulmuştur. Oysa, yakma girişiminde bulunan kişi ruhsal sorunları olan Avustralyalı bir Hıristiyan’dı.
2- Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçildiği İKÖ başkanlık seçimleri (15 Haziran 2004) arifesinde Türkiye’yi ziyaret eden (25 Mayıs 2004) İsrail Alt Yapı Bakanı Joseph Paritzky, Gazze’de terör faaliyetlerini örgütleyen Şeyh Yasin’in bir nokta operasyonuyla saf dışı edilmesi (22 Mart 2004) üzerine “Sivilleri öldüren teröristlerle sivilleri öldüren İsrail arasında ne fark var?” ifadesi kullanılarak Başbakan Erdoğan tarafından alenen azarlanmıştı.