Hayatta hep bir şeyleri bekliyoruz. “Olması gerekenler” için dua ediyoruz. Hep istediğimiz durumun, kişinin en mükemmelini hayal ediyoruz. Kendileriyle çalışanlar ayrıca bildiği bütün teknikleri de kullanıyor. Sayfalarca istediğimiz durumun veya kişinin detaylarını yazıyoruz. Onları ilahileştiriyoruz. Onların geleceğine inanıyoruz. İçimizi bir heyecan ve coşku kaplıyor. Bunlar gerçekleştiğinde hissedeceğimiz mutluluk ve tatmin duygusunu şimdiden yaşıyoruz. Biliyoruz, inanıyoruz, olacak, gelecek! Bu duyguyla yaşamak zaten istediklerimizi bize daha çabuk getirecek onu da biliyoruz ve tutunuyoruz bu hislerimize… İşte yaratma yolculuğu başladı.
Ve sonra bir gün ansızın hiç beklemediğimiz bir zamanda istediğimiz durum veya koşul karşımıza getiriliyor. Ama o da ne? Bu benim tam istediğim değil ki! “Evet, teşekkür ederim Tanrım bana istediğim durum veya kişiyi göndermişsin ama ya ben tam anlatamadım ya da sen anlayamadın! Bunda eksiklikler var. Benim beklentilerim tam olarak bunlar değil. Evet, bazı yönleri bana çok uygun ama diğer benim için çok önemli olan, zihnimin bekledikleri burada yok…” İşte sorgulama dönemi başladı.
Peki, şimdi ben bunu kabul mü etmeliyim yoksa “azla yetinmeme” kuralını hatırlayıp, geleni reddederek benim sayfalarca detaylarını yazdığım ulaşmak istediğim mükemmel koşulları mı beklemeliyim? Gerçi bu arada bu kişi veya duruma da kendimi aslında yakın hissediyorum ama yok yok sakın istediklerinden vazgeçme, daha da iyisi, en mükemmeli senin olacak. O muhteşem maaşlı, zevkle yapacağın, istediğin bölgede, istediğin takım arkadaşlarıyla olan iş senin olacak! O muhteşem yakışıklı, zengin, kültürlü, centilmen, beş dil bilen, başarılı, pozitif, kendisiyle bütün sorunlarını halletmiş, karizmatik adam senin olacak. O muhteşem güzel, zarif, seksi, anlayışlı, fedakâr, akıllı, şefkatli, bilgili, becerikli kadın senin olacak. Sakın sana bu gönderilenle yetinme! Daha iyisi kapıda, reddet bunu! Gerçi içimde bir yerde bir his bu işle / bu kişiyle/bu durumla ilgili deneyimlemem gerekenler olduğunu söylüyor. Ama ya aradığım bu değilse… İşte kalple zihnin çarpışması başladı.
Çoğumuz yukarıdaki senaryoları hayatımızda yaşamışızdır. Yüksek bir ses “yürü arkana bakma” dese de cılız bir ses “burada kal ve deneyimle” der. Bu iki ses arasında kalınan süre pek de kolay değildir. Zihnin beklentileri vardır. Öğretilmiş, mutluluğun formülü olarak sunulmuş, başkalarının onay vereceği ve böylece kendimizi daha değerli hissedeceğimiz koşulları deneyimlemek ister zihin. Kalp ise cılız bir sesle zihnin beklentilerinin çok dışında, bizim için en uygun koşulun o anda karşımıza çıkanı kabul edip kendi tekâmülümüz için yaşanılması gerektiğini bilir. İçten içe bize sinyaller gönderir. Çoğu zaman zihnimiz kazanır ve biz hala gelmeyen ve bizce mükemmel olan durumları bekleyerek bir ömür tüketiriz. Yolumuz için en doğrusunu bilen kalbimizi dinlersek kendi mükemmel koşullarımızı kendimiz yaratmak için bir fırsat kazanırız. Kendimizi bize sunulan fırsatlarda gerçekleştirme şansı yakalarız. Mükemmel her zaman hazır halde gelmeyebilir. Ona harcanan emek, kendini gerçekleştirme arzusu, deneyimlerle büyüme bizi kendi en mükemmel halimize götürmek için bir fırsattır. Bu bazen hayatımıza çıkan bir iş, bir sevgili, bir şehir/ülke değişikliği gibi zihnimizin beklentileriyle kalbimizin sesi arasında kendimizi dinleyerek yaptığımız seçimler sonucu yaşanır.
Kalbimizin sesini dinleyerek karar verdiğimizde canlanmaya, tutkuyla bizi coşturan şeyleri bulmaya ve içimizde doğrulandığımızı hissetmeye başlarız. Tam bir teslimiyet içindeyizdir. Nereye gideceğimizi veya ne yapacağımızı tam olarak bilmesek de, hatta bu durumdan korksak da bizden daha büyük bir gücün devrede olarak bize istediklerimizi, ihtiyaçlarımızı sunacağına dair sonsuz bir inançla olana teslim oluruz. Zihnin sınırlamaları ve kalıpları bunun tam tersini söylese de zamanla içimizde hissettiğimiz inanç ve coşku sayesinde etkisini zayıflatmak zorunda kalır. İşte özgürlüğe giden yol başladı.
Gerçek özgürlük bize bugüne kadar sunulan mutluluk formüllerini yıkarak kendi mutluluk formüllerimizi oluşturarak, kendimizi onaylayarak ve gerçekleştirerek yaşanıyor. Kendi doğrumuzu bize yaşatan kalbimizin sesini duymakta yatıyor. Zihnin baskılarından kurtularak kendi gerçeğimizi yaşamakta yatıyor. Ve o zaman gerçek yaşam başlıyor, bize ait, bize doğru, bizim yaşamımız...