Bu ne biçim MEMLEKET?

Sibel CUNİMAN PİNTO Köşe Yazısı
15 Aralık 2010 Çarşamba

Son dokuz yıldır çok sık kullandığım bir cümledir bu… Hele geçen hafta, yaşam tamamen felç olunca artık pes dedim. Dünyanın beşinci büyük ekonomisi, insan hakları-özgürlükler beşiği, hijyen, standart, düzenleme konularında mangalda kül bırakmayan, sistemin tıkır tıkır işlediği sanılan FRANSA, 10 SANTİM KARA TESLİM OLDU!

İki haftadır aşırı soğuk ve karla mücadele eden ülkede, geçen hafta Paris ve çevresi de nasibini aldı. Şehirdeki buzlanma nedeni ile otobüs seferleri iptal edildi. Taksi derseniz, en ufacık yağmurda bile çalışmayı bırakıp evlerine dönmeyi tercih eden taksiciler piyasadan silindi. Geriye kaldı metrolar: Kapasitesinin misli misli insan taşımaya çalışan metrolarda sinir katsayıları yükseldi, halk atıştı, bağırdı, çağırdı, itişti, kakıştı.

Haydi şehrin içindeyseniz bir şekilde evinize vardınız ama banliyöde oturuyorsanız trenlerin çoğu iptal edildi, otellerde yer bulunamadı. Arabalarıyla seyahet edenler gerekli tuzlama ve yol açma çalışmaları yapılmadığından 450 kilometrelik kuyruklarda mahsur kaldı, yüzlerce kaza oldu. Gece yarısı, halen iki km yolu sekiz saatte kat edememiş olanlar, çocuğunu okul çıkışı almaya ulaşamayanlar, benzini bitenler, aç-susuz geceyi arabasında uyuyarak geçirenler, buzlu kaldırımlarda düşüp yaralananlara yetişmekte zorlanan acil servisler, yollarda mahsur kalan ambulanslar, içlerinde diyalize/doğuma yetişmesi gereken hastalar…

Oysa gün içinde İçişleri Bakanı basına yaptığı açıklamada 5.000 polis, jandarma ve itfaiyecinin iş başında olduğunu belirtmişti. Oysa ne giden vardı, ne gelen, ne tuzlama arabaları, ne kar temizleme ekipleri, hiç birşey.. Eşim gibi arabası kara saplananlar, kaygan buz üstünde 20 kilometreyi düşe kalka beş saatte yürüyerek gece yarısı evlerine ulaşabildikleri için kendilerini şanslı saydılar. Ertesi gün, olayın gerçek boyutu basına yansıdı. Paris çevresinde 8.000 kişi evine varamamıştı. Görüntüler üçüncü dünya ülkelerini bile şaşırtacak cinstendi. Başbakan suçu Meteo France’a yükledi; halktan özür dilemesi beklenen İçişleri Bakanı’nın ‘arabalarını olur olmaz yerlere bırakıp gidenlere trafik cezası kesilmemesi emrini verdim’ beyanı ‘el insaf’ dedirtti.

Diyeceksiniz ki çetin kış şartları nerede olsa aynı manzara, ama tekrarlıyorum: Paris’e 10-20 km. mesafedeki banliyölerden ve 10-20 santim kardan bahsediyoruz. Bir otobüs şöförüyle yapılan röportajda ‘otobüsleri hemen garajlara teslim etmemiz istendi’ sözleri durumu çok güzel özetliyordu. Zincir takma zahmetine bile girmeyen resmi araçlara zarar gelmesin de, halk ne yaparsa yapsın. Aynı halk devletin eksikliğini hemen sivil oluşumlarla kapatmaya, çoğunlukla da başının çaresine bakmaya programlıdır aslında. Kimi alışveriş merkezlerinin gece boyu sıcak içecek-yiyecek dağıtması, yatak satan bir işyerinin dükkanını halka açıp yatak, yorgan, yastık vererek misafir etmesi gibi... Aslında zordur bu milleti anlamak… Günlerce grev ve yürüyüşlerden bıkmayan Fransız bazen de öylesine tepkisiz kalabilir ki: sinemaya  girmek için neden dışarıda yağmur/kar altında saatlerce beklemek zorundayım diye sormaz; havalandırması olmayan derme çatma odalardan bozma tiyatrolarda taburelerde oyun izlemeye gık çıkarmaz; en yoğun saatlerde marketlerde niye sadece bir kasa çalışıyor ya da restoranlarda yaz sıcağında niye soğutulmamış bira/kola içmek zorundayım diye sorgulamaz. Bu ne biçim memleket demekte haksız mıyım şimdi?

***

İlk bölümde canımın sıkkın olduğu anlaşılıyordur ama 2010 yılının bu son yazısını hoş esintilerle noktalamak istiyorum. Haydi buyrun:

Pazarların, marketlerin önünde Yiyecek Bankası‘Banques Alimentaires’ kamyonları… Gönüllüler girişte elinize poşetleri tutuşturuyor, alışverişinizi yaparken gönlünüzden kopan neyse bir kaç öteberi de banka için alıyorsunuz. Rakamlar inanılmaz- 270 milyon Euro değerinde malzeme topluyorlar, yıl içinde 740 bin kişiye 176 milyon kez yemek dağıtıyorlar.

22 yıldır gelenekselleşen Sarı Liralar Operasyonu ‘Opération Pièces Jaunes’- Çok sık kullanılmayan bozuk paralar postane, okul, mağazlara dağıtılan özel kutularda biriktirilerek hastanelerdeki çocukların yaşam kalitesini arttırıcı projeler finanse ediliyor, her yıl ortalama dört milyon Euro toplanıyor. 

Café Capote’- Barlarda, café’lerde her satın aldığınız kahveye bir prezervatif bedava!  Paris’de her yıl aralık ayında belediye, binlerce bedava preservatif dağıtıyor. Amaç gençleri hem prezervatif kullanma hem AIDS konusunda biliçlendirmek.

Bir de ‘Poule au Pot Henri IV’.Bu da ne demeyin. Efsane 16. yüzyıla dayanıyor. Fransa’nın gastronomisi ile ünlü ‘sud-ouest’ güneybatısında İspanya ile sınır, okyanus ile Pirene Dağları arasında kalan bölge Bearn ismini taşır; en önemli şehirlerinden Pau’da doğan Kral 4.Henri kendi bölgesinde sıkça hazırlanan bu yemeği şu beyanı ile ünlü kılar: ‘Krallığımda hiç bir köylü pazar günü sofrasında poule au pot’u bulunduramayacak kadar fakir olmamalı.’ Kadınlara düşkünlüğü ile de tanınan kralın yılın 52 pazarının her birini ayrı bir metresi ile bu yemeği yiyerek geçirdiği de rivayet edilir! Ve bu yemek, geçen onca yüzyıla rağmen Fransız klasikleri arasında yerini korumayı başarır. Her yıl 4.Henri’nin doğumgünü olan 13 Aralık haftası meydanlarda bu yemek pişirilir, halka dağıtılır, okul, hapishane, hastane ve yaşlılar yurtlarında mutlaka menüye konur. Nefis lezzette bu soğuk kış günü tencere yemeği için ekmek içi, tavuk ciğeri-yüreği, maydanoz ve sarmısak ile oluşturulan özel harç tavuğun içine doldurulur, güzelce dikilir. Üstüne mutlaka karanfil taneleri batırılan tavuk, havuç, soğan, turp, kereviz, lahana gibi kış sebzeleriyle 2-3 saat pişirilir. Işte ağır atmosfer içinde hafif konu buna derim ben, her ne kadar gastronom okuyucularımız  ‘yemek asla hafife alınmaz’ diyeceklerse de...

Hayatlarımızda ağır konular mutlaka olacak ama hafif konulara da zaman zaman ihtiyacımız var. Yakında çevireceğiniz 2011 sayfanızın, yaşamlarınıza değer katacak konularla dolmasını diliyor, kendi açımdansa yazılacak ne ağır ne hafif konular tükenmesin ki çiziktirmeye, okumaya, okunmaya devam diyorum. Sevgi ve sağlıcakla…