Geçenlerde oturmuş eski denemelerimi gözden geçirirken bir şeyin farkına vardım: Yazılarımın büyük bir çoğunluğunu, konusunu geçmişle bir bağ kurarak kaleme almışım! Yaşantımdan kimi sayfalar, belleğimde kalmış görüntüler, okuduklarımdan birkaç satır, duygu ve düşüncelerimin temelini oluşturmuş.
Biliyorum, yazdıklarım deneme türünde, bir arayış içinde geçmişle bu günün iç içe olmasından, daha doğal ne olabilir diye kendimi savunabilirim; oysa onları okurken, bir başka konu ilgimi çekti:
Geçmişle ilgili daha rahat yazabilir, olaylara çok daha geniş açıdan yaklaşabilirken; o an gördüğüm ya da yaşadığım bir konuyu ele almakta zorlanabiliyorum. Kendi kendime ne görüyor, ne duyumsuyor, ne düşünüyorsan yaz, desem de olmuyor! Sanki o konunun bir süre bende beklemesi, belleğimde demlenmesi gerekiyor. Bu sıkıntıyı, yakın zamanda bir kitap çalışması sırasında da yaşadım. Benden çocukluğumu yaşadığım semti en geniş anlamda yazmamı istediklerinde, o semtin kırk-elli yıl öncesini rahatlıkla, kimi ayrıntılarına da girerek anlatırken, günümüzle ilgili duygu ve düşüncelerimi gereğince yansıtamadığımı sanıyorum. Belki uzun bir süredir içinde yaşamamış olmaktan, belki de gördüklerimin birer esin kaynağı olarak etkilememesi, beni bu düşünceye yönlendiriyor. Sonuçta belleğime dayanarak yazdıklarım, kendi payıma şu an gördüklerime göre daha renkli ve etkileyici geliyor. Kuşkusuz doğru ya da yanlış, bunlar benim saptamalarım; oysa her okuyucu, daha farklı şeyler söyleyebilir.
Şiirlerimde de bu geçmişe yönelik etkilenmeyi yaşadım. Gerçi uzun zamandır onunla olan dargınlığım sürüyor. Ne ben onun peşinden gidiyorum, ne de o eskisi gibi kapımı çalıyor!
Şiire yoğunlaştığım zamanlarda etkilendiğim, duygularımı dizelere dökmek istediğim kimi coşkulu anlarda bir sözcük olsun yazamazken, bilinç dışı birikmiş birçok imge, beynimin karanlık kıvrımlarında yıllarca bekledikten sonra, bir kıvılcımdan şiire dönüşmüştür. Gece Telefonları’nı buna bir örnek olarak gösterebilirim:
Korkarım gece yarısı / Ansızın çalan telefondan / Ya kötü bir haber vardır / Ya yanlıştır arayan
Uzanıncaya değin elim / Neler geçer aklımdan / Kim hastalandı yine / Babam mıdır ağırlaşan
O birkaç saniye yok mu / Dünyam sarsılır anlamadan / Bu telefonlar korkutur beni / Gece yarıları çalan
Bu şiiri babamın ölümünden birkaç yıl sonra yazmıştım. Onun uzun süren ölümcül hastalığı sırasında, gece yarısı beni korkuyla uyandıran telefonun sesi belleğimde öyle bir yer etmiş ki, günü geldiğinde ansızın dizelere dökülüvermiş.
Geçmişle ilgili duygu ve düşüncelerimi daha güçlü aktardığımı söylerken, kuşkusuz yalnızca kendi yetersizliğimden söz ediyorum. Yoksa soluk alırcasına yazı yazanları, bir görüntüden bir öykü kurgulayanları, aşka düşüp şiir döşenenleri konumuzun dışında bırakıyorum. Aslında istediği zaman, ortam nasıl olursa olsun, istediği şeyi yazabilenlere imrenmiyorum desem, doğrusu yalandır.
Umarım gelecekte bir gün de, bugünü tatlı bir anı olarak anlatma fırsatım olur!