Geçtiğimiz ay boyunca gazetemizin öykü yarışmasına katılan eserlerin ön eleme ekibinde yer aldım. Uzun zamandır ilk defa amatör yazılar okudum. Anlamadığım ifadeler kullanılanlarda çok zorlandım. Karmaşıklık hayran olunacak bir şey değil. Hatta kaçınılması gereken bir şey. Kısa cümleler kurarak, beni etkilemek için değil de bana duygusunu doğru ifadelerle iletmek için yazılmış hikâyeleri daha çok sevdim. Sadeliğin gücü burada. Normal hayatta da böyle… Anlamadığınız birine güvenmezsiniz. Anlaşılır ifadeler kullanmak bayağılık değildir. Aksine düşünmüş ve formüle etmiş olmanın göstergesidir. Hatırlıyorum ortaokulda Robert Lisesi’nin efsane fen öğretmeni Rahel Çikvaşvili suyun kaldırma kuvvetinde oluşacak bir değişikliği şekille göstermemizi istemişti. Ben bol dalgalı bir deniz ve detaylı bir kayık çizmiştim. “Sanatsal ama anlamsız” demişti. Haklıydı. Sadelikten kaçınma, genelde düşünme korkusundan kaynaklanıyor.
Alain de Botton’un neden sadık bir okuyucusu olduğumu anladım. Al (kısalttım ismini, Simon & Gurfunkel’ın kulağı çınlasın) 23 yaşından beri kitap yazıyor ve hep sade dil kullanıyor. Kafası karışmışlara ve bunalmışlara taze bir nefes felsefe sunuyor. Espri yaptığı zaman arkasına gülen suratlar eklemiyor. Hüznü ve yalnızlığı anlatırken abartmıyor, sadece yaşatıyor. Konuşmasını dinlediğim salondaki izleyiciler ise epey tuhaftı. Sordukları soruların Al’in anlattıkları ile ilintisi bile yoktu. Dinleyici olmak da bir eğitim bunu anladım. Biraz kendimizin dışına çıkalım yahu, soru sorarken bile “Ben Ben” diye feryat ederek bir yere varamayız…
Konu konuşmacı dinlemekten açılmışken, çok gururla dinlediğim başka bir konuşmacıdan ve o sayede tanıdığım bir mekândan bahsetmek istiyorum. Hande, benle Boğaziçi Üniversitesi’nde okuduğu siyaset lisans eğitiminden hızını alamayıp siyaset konusunda uzmanlaşmayı seçen bir lise arkadaşım. Geçen hafta kendisini Bebek’teki Hepsi Hikâye adlı atölyede İran ve Türkiye’nin yakın tarihlerini karşılaştırdığı sohbette dinledim. İran’da geçmişten günümüze taşınan kopuk halk-devlet ilişkisi ve petrol gelirlerinin halka yansımaması gibi 3 gazete sayfalık sebeplerden, Şah’ın devrilmesinin sürecini anlattı. Bütün konuşmayı aktarmayı çok isterdim. Türkiye yakın tarihinden bahsederken konu kaçınılmaz şekilde Varlık Vergisi’ne geldi dayandı. Bakanlar Kurulu’ndan 3 saat gibi kısa bir sürede geçen, Türkiye’nin sermaye profilini külliyen değiştiren, ancak nihayetinde devletin kasasına beklenenden daha az gelir bırakan acıklı vergiden… Bugünlerde Varlık Vergisi’ni hafızalarda ‘reset’ etmeye çalıştıklarını gözlemliyor musunuz? Neyse ki çok belge var, reset’lemek epey zaman alacak…
Her neyse ben konuşmaya döneyim. Burada da aynı kanıya kapıldım. Bilgi aktarmak için çok özümsemek gerek. Eğitmen, anlatacağının 10 katı kadar bilgiye sahipse basit bir sunum yapabilir. Basit gibi görünen anlaşılır bir sunum, arkasında dağlar kadar işlemden geçirilmiş bilgiyi barındırıyor. Tebrikler Hande…
Hepsi Hikâye’yi de kendinize uygun bulduğunuz bir atölye veya sohbet için ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Ev rahatlığında bir ortamda, düşünen zihinlere felsefe, sinema, modern sanat, seyahat, edebiyat, fotoğraf gibi farklı disiplinlere açılma imkânı sunuyor. Keyifli bir tartışma ve sorgulama mekânı olmuş, sahiplerini kutluyorum…
Daldan dala bir yazı oldu kabul ediyorum. Ancak yazmak iyi geldi…