Siyasi menfaat temini için kaşınan dini hassasiyetler toplumun değerlerini aşındırmakta ve cinayetlere yol açmaktadır. Bu gidişin yapılacak olan hukuki düzenlemelerle mutlaka durdurulması gerekiyor.
Sosyal Değişim Derneği’nin düzenlediği ve oluşturmayı hedeflediği ‘Medya İzleme Merkezi’nin altyapısı ve konusuna ilişkin yöntem ve hedeflere dair deneyimlerin paylaşılması toplantısı konuya ilgi duyan gazetecilerin ve yabancı konukların katılımıyla 26 Şubat Cumartesi günü Taksim’deki Taxim Hill Oteli’nin toplantı salonunda gerçekleşti.
‘Nefret söylemi’yle mücadelede uzman yabancı örgütlerin temsilcileri tecrübelerini konuklarla paylaştılar ve kurulacak olan merkezin çalışma yöntemlerine ilişkin görüşlerini ilettiler.
‘Nefret suçları’nın yazılı ve görsel medyada nasıl yansıtıldığının istatistikî takibinin bu suçların kaynaklarına inilebilmesine ve bunlarla yapılacak mücadelenin etkinlikle yapılabilmesine yardımcı olacağı kaydedildi. Sağlıklı veri temini konusunda emniyet teşkilatının bu konuda bilinçlendirilmesi ve işbirliğinin sağlanmasının önemine vurgu yapıldı.
Ayrı bir başlık altında mütalaa edilen ‘nefret söylemi’nin takibi ve kontrol altına alınabilmesi, ‘Nefret Suçu’nun oluşmasında sadece bir aşama olduğu ve cezai müeyyideye tabi tutulmasının zor olduğu cihetiyle, bu konuda başarı sağlanabilmesinin zorluklarına değinildi. Pakistan kökenli Danimarkalı katılımcı, Toplumsal Uyum için Avrupa Müslüman Girişimi Derneği Başkanı Bashy Quraishy, nefret söylemiyle mücadelede etkin olarak kullandıkları teşhir etme yöntemini uygulamayı önerdi. “Teşhir et ve Utandır” olarak tercüme edilebilecek “Name & Shame” listesinden bahsetti.
Basında, Ombudsmanlık / Kamu Denetçiliği tasarısı olarak bahsi geçen kurum ise bu konuyla uzaktan yakından ilişkili değil. Bu konuda maalesef tam bir kavram kargaşası var. Kanımca, yazılı, görsel ve sanal ortamdaki nefret söylemiyle mücadele edilebilmesi için, statüsü kanunla belirlenecek, özerk statüde bir Medya Denetçiliği (Ombudsmanlığı) oluşturulması gerekiyor. Bu Ombudsman, halkın tüm kesimlerinin saygısını kazanmış ve siyasilerle bürokratlar tarafından sözü dinlenen, ‘sosyal yaptırım’ gücü olan bir şahsiyet olmalıdır. Daha genç olsaydı, Sn. Demirel gibi sözü dinlenen bir kişi nefret söylemine teşebbüs edebilecek herhangi bir kişi veya kuruluşu teşhir edip tozunu attırabilirdi.
Toplantıda söz alan Sabah Gazetesi Ombudsmanı Yavuz Baydar, kendi gazetesi bünyesinde nefret söylemi bağlamında herhangi bir sorun yaşanmadığına işaret etti. Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi, Vatan gazetesi yazarı Cengiz Aktar, toplumun nefret söylemi konusunda bilinçli olmadığını ve toplumda bu konuya ilişkin hassasiyetin yaratılması gereğine işaret etti. CNNTürk yetkilisi Ferhat Boratav, Kurtlar Vadisi dizisinin Yahudi aleyhtarlığını (antisemitizmi) azdırdığına dikkati çekti. Kendisine bu konuya değindiği için teşekkür edip İsrail konusu istismar edilerek Türkiye’deki Yahudi aleyhtarlığının siyasi menfaat temin etme aşamasından ticari menfaat elde etme aşamasına terfi ettirildiğini esefle müşahede ettiğimi söyledim.
Yabancı konuklar yaptıkları sunumlarda ‘ırkçılıkla mücadele’ gibi kavramlar kullandılar. Oysa günümüzde Türkiye özelinde, kişilerin deri renkleri veya ayırt edici fiziksel özellikleri bir ayırımcılık sebebi değildir. Bunu, Türkiye’deki büyük şehirlerin yabancı kökenli ekonomik mültecilerin istilasına uğramamış olmasına ve kırdan kente göçenlerin Anadolu köylüsü ve kasabalısı olduğu gerçeğine dayandırabiliriz.
Yabancı katılımcılar arasında görsel sunum yapan ABD’deki Karalamaya Karşı Birlik (Anti Defamation League) temsilcisi Robert Trestan ile Güney Afrika Cumhuriyeti’ndeki Afrika Medya Takip Örgütü (Media Monitoring Africa) yetkilisi William Bird, strateji ve yöntem konusunda faydalı önerilerde bulundular. Kurulacak olan Medya İzleme Merkezi yetkililerinin sözü geçen kurumlarda staj görmelerinin faydalı olacağına inanıyorum.
Rusya’daki SOVA Bilgi ve Analiz Merkezi yetkilisi Maria Rozalskaya nefret suçlarının belirli bir şablonu olup olmadığının, bu tür suçları işleyen örgütsel yapıların olup olmadığının araştırılmasını önerdi. Panelin çalışma gruplarıyla yapılan ikinci bölümünde Birleşik Krallık (İngiltere) merkezli Medyada Çeşitlilik Enstitüsü (Media Diversity Institute) Başkanı Milica Pesic, örgütsel tecrübelerini paylaştı ve yöntem konusunda tavsiyelerde bulundu. Nihayet, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na (OSCE) bağlı Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu (ODIHR) Nefret Suçları yetkilisi Joanna Perry, eyleme dönüşmemiş nefret söyleminin suç kapsamına girmediğini ifade etti. Oysa Türkiye kamuoyu, yakın tarihteki sinagog bombalamalarının, sırf Yahudi olduğu için katledilen Diş Hekimi Yasef Yahya’nın, Malatya Misyonerleri, Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayetlerinin, medya üzerinden yaratılan nefret iklimi sayesinde gerçekleşebildiğini idrak etmiş durumda.
Siyasi menfaat temini için kaşınan dini hassasiyetler toplumun değerlerini aşındırmakta ve cinayetlere yol açmaktadır. Bu gidişin yapılacak olan hukuki düzenlemelerle mutlaka durdurulması gerekiyor. Örneğin, savcıların, hedef olmaktan çekinen mağdurların yazılı şikâyetine gerek kalmadan inisiyatif alabilmelerinin hukuki zemininin yaratılması ve şayet bu zemin mevcutsa, icraat yapmalarının önünün açılması gerekmektedir.
Toplantıyı düzenleyen Sosyal Değişim Derneği yetkilileri Cengiz Alğan ve Levent Şensever’le panelin moderatörlüğünü yapan Prof. Yasemin İnceoğlu’na çok teşekkürler.