Jose V.ÇİPRUT
Kabullenilmesi kolay ve oluşturulması basit bir olgu gibi görünse de, ‘çok kültürlülük’ ancak çoğulcu bir zihniyetin rahatsızlık duymaksızın destek verebileceği içtimaî bir niteliktir
Çok kültürlülüğe eğilim gösteren imparatorluklar, hükümranlıklarını olaysız bir şekilde devam ettirebilmek için o tutumu makul bir tedbir niyetine kabul ederler. Demokrasiler ise, çoğulcu ilkelerini daha da yaymak, vatandaşlarını bireysel ve ulusal olarak daha da özgür kılmak, daha da ileriyi görür bir yaratıcılığa yönlendirmek amacıyla kültürel çeşitliliğe destek sağlamış olmak isterler. Sonuç olarak denilebilir ki imparatorluklarda önleme olan çok kültürlülük, demokrasilerde sağlama rolünde fayda verir.
Demokratik cumhuriyetlerde çok kültürlülük
Demokrasi ile olsun cumhuriyet ile olsun, ‘çok kültürlülük’ kavramlarının bu tabirlerle karıştırılmaması faydalı ve doğru bir düşünüş şeklidir. Kıta Çin’in resmî isminin Çin Halk Demokrasi’si, Kuzey Kore’nin ise Demokrat Halk Cumhuriyeti olduğu, birinde de ötekinde de çok kültürlülük kavramının rejime karşı düşmanlığı ve yabancılığı çağrıştıran anlamlarla yüklü olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Tibet ve Falun Gong konusu, Hıristiyan misyonerlere yüzyıllardır güdülen etkin düşmanlık, bugün bile kanlı olaylara temel oluşturabilmektedir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinde, kültürler ulusal sınırlar içerisinde bulunuyordu. Bu ulusal sınırlar ise, zaman zaman kadife eldiven giymeye lüzum dahi hissetmeyen demir bir elle, merkezî bir planlama ve yönetim şekliyle, yukarıdan aşağıya güden, sözde proleter, özde oligarşik bir diktatörlük tarafından kontrol ediliyordu. Farklar ayrılıklarla, ayrılıklar sınırlarla, sınırlar maddî ve manevî mesafelerle belirlenmişti. Bunlar birmiş gibi gösterilebildiği sürece, farklılıklar arası ihtilâflar, sınırlar arasında asgarî bir seviyede tutulabiliyor, sınırların içinde ise, yüzeysel ve sahte bir aynılığın çerçevesinde, geçici şekilde de olsa, çoğu zaman güç kullanılarak çözülüyordu.
Batının gelişmiş demokratik cumhuriyetlerinde bile çok kültürlülük ne kavram olarak, ne siyaset olarak, ne de kullanılan takip usulleri veya elde edilen sonuçlar açısından aynıdır. Bunun en önemli nedeni, olgun demokratik cumhuriyetlerde bile özgürlük ahlâkının değişik şekilde tanımlanıp işleme konulmuş olmasıdır. Örneğin hürriyet ülkesini eşitlik üzerine bina etmiş Fransa’nın çok kültürlülük anlayışı ile hürriyet ülkesini adalet esası üzerine kurmuş ABD’nin çok kültürlülük anlayışı, prensip, takip ve sonuçta olsun, algılama ve anlayış şekillerinde olsun birbirlerinden çok ayrıdır.
Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan olağanüstü güçlükler içinde ve sonsuz fedakârlıklar sonucu doğmuş olduğu unutulmazsa, Osmanlıların Ön Asya’yı bomboş bulmadıkları, imparatorluklarını kurdukları sahaların ne engin ve değişik kültürlere beşik ve mekân sağlamış olduğu hatırlanırsa ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğu’ndan hangi kültürleri içine aldığı ve bu çeşitli kültürlerin jeopolitik çıkarlarının tarihsel ve yerel kavramları ve vaatleri de göz önüne alınırsa, Türkiye’de çok kültürlülük kavramının fiiliyatta doğal bir çok kültürlülük politikasına çevrilebilmesinin ne kadar inanılmaz derecede nazik ve karışık bir soruna işaret ettiği daha da açık bir şekilde anlaşılır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Asya’dan gelen Türklerin Araplarla temasları sonucu Müslümanlaşmış olanlarının Küçük Asya’ya girmeleriyle başladığı; ondan da önce, oralarda yerleşmiş türlü kabile ve milletlerle Türklerin hem savaş görmüş hem aile kurmuş oldukları hatırlanmalıdır. Bu topluluklara, çok sonraları Kafkaslardan, Balkanlardan, Afrika, Asya veya İspanya’dan katılanlarla olsun, savaşlardan, ticaretten, din değiştir(t)mekten kazanılan hür, köle ve diğer tabakalardan, hatta sarayın en yüksek saflarına çıkabilmiş olduğu bilinen gayrimüslim cariyelerin sultanlığa erişmiş Müslüman evlâtlarıyla olsun, bu devamlı karışımlardan oluşmuş olmasına rağmen kendini gene de bir’miş gibi görebilmiş halkın yanı sıra kendi kimliklerini olduğu gibi, her pahasına, devam ettirmek isteyenlerin de pekâlâ mevcut olmuş olabileceği olası görülebilmelidir.
Taraf tutmak şöyle dursun, en ufak bir art düşünce taşımadan bu olguya değer veren olabilirse, çağdaş Türkiye nüfusunun bu enli renk, ses, koku içeren köklerine, oluşumuna ve son olarak da çok kültürlü toplam özelliğine hayran kalmamak zor olur.
DR. JOSE V. ÇİPRUT kimdir?
1935 İstanbul doğumlu olan Jose V. Çiprut, 1954’de Robert Kolej’den Osmanlı/Batı edebiyatı ve felsefe alanlarında mezun olduktan sonra İngiltere ve Almanya’da sinaî kimya eğitimi gördü. Askerliğini takip eden yıllarda öğretmenlik ve mühendislik yaptıktan sonra 1964’te Türkiye’den ayrıldı. Önceleri uluslararası bir şirkette, ardından ise kendi kurduğu pazarlama şirketinden iş hayatını sürdüren Jose V. Çiprut, 1982 yılından itibaren Amerika Birleşik Devleti’nde akademik hayata geri döndü. Uluslararası siyasal iktisat, uluslararası ilişkiler, bölgesel gelişme ve toplumsal planlama uzmanı olarak öğrenim gören Dr. Çiprut, bu alanlarda eğitim verdi, araştırma yayınladı, üniversiteler ve kıtalararası çok-disiplinli seminerler düzenledi. Bugün sekizinci kitabını yayına hazırlamakta olan Dr. Çiprut Internet / Google ve University of Pennsylvania sitelerinde adı sık geçen bir düşünürdür.