Lise yıllarımda Fransız papaz öğretmenim inananlar için ilahi adaletin, agnostikler içinse de kaçınılmaz adaletin mutlaka bir gün tezahür edeceğini söylerdi hep. Ama bindiğim taksinin şoförü hiç de böyle düşünmüyordu. Ona tavsiyem ne oldu?
Taksi şoförü, “Abi bu hayatta hep kötüler kazanıyor. Tanrı’ya karşı ümidimi yitirmek üzereyim” dediğinde birden kendime gelmiştim sıcak ama havasız aracın içinde.
Şoför, gün içinde şehirde olanları gözlemleyip umudunu kaybettiğini söylediğinde hemen Albert Camus’yü hatırlamıştım. “Ümitsizliğe yer yok, aklınız bayrağınız olsun” demişti, ünlü kahramanım, hayatı boyunca. Zorlanarak, “Sakın Tanrı’ya karşı inancını kaybetme. O bizi hep sınava sokuyor. Mutlaka her şeyin bir nedeni vardır. Sabır ve tevekkül sana yardımcı olacak” deyivermiştim.
Lise yıllarımda Fransız papaz öğretmenim, inananlar için ilahi adaletin, agnostikler içinse de ‘kaçınılmaz adaletin’ mutlaka tezahür edeceğini söylerdi hep. Adalet er veya geç mutlaka kendini gösterecekti. O halde, önemli olan sabır göstermek ve beklemekti.
***
Hayatımın istisnasız en mutlu, en tasasız, en sorumluluklardan, zorunluluklardan, karanlıktan ve esaretten uzak dönemim Boğaziçi Üniversitesi’nde geçirdiğim hazırlık sınıfı senem olmuştu. Çatısı bile siyah olan skolastik bir Fransız okulundan muhteşem Boğaz manzaralı, yemyeşil, aydınlık, insanı, “iyi ki yaşıyorum” dedirtecek denli hayata bağlayan bir mekâna gelmiştim. Boğazı, sadece sisli puslu İstanbul sabahlarında göremezdim. Sisli Dersaadet günlerinde çimin üzerine oturur, biraz aşağımızda Aşiyan’da yaşamış olan Tevfik Fikret’in, “Sis”ini okurduk.
“Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman, / Beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan / Ağırlığının altında herşey silinmiş gibi, / Bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;/ Tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar / Onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar! / Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık; Lâyık bu örtünüş sana, ey zulümler sâhası!”
Tevfik Fikret’in yüreğindeki ‘sis’, Boğaz’a sis çöktüğünde işte böyle yankılanıyordu sabahın sessizliğinde, zorlu yüzyıl başlarında.
Kimbilir neler çekiyordu şairimiz o dönemde! Dünyanın en güzel görüntüsünün önünde bile yüreği böyle ağlıyordu Fikret’in.
O, adaletsizlikler karşısında şiir yazmış, bir de sabıra sarılmıştı, sessiz ama sitemli bir duruşla…
Sonra Stefan Zweig’i hatırlamıştım havasız taksinin içinde. Aşırı duyarlı Avusturyalı yazarı. 1. Dünya Savaşı’nın yıkımını yaşadıktan sonra Nazilerin iktidarını gördüğünde, hayattan umudunu iyice yitirmiş, notlarında yazdığı gibi, “Nazilerden kurtulmak pek mümkün görülmüyor” deyip tek çareyi karısıyla birlikte intiharda bulmuştu. Nazizmin ağırlığı altında yüreği ezilmiş, zulüm karşında hiç bir çıkış yolu göremediği noktada son vermişti yaşamına. Son notu şöyle olacaktı:
“Bütün dostlarımı selâmlarım. Umarım uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın kızıllığını hâlâ görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum!...”
Evet, Zweig sabıra sarılamamıştı…
Dünyaya geriye kalan ise, ünlü yazar Zweig ile herkes tarafından lânetlenmiş bir Hitler olacaktı…
Hitler’e 1944’te başarısız bir suikast girişiminde bulunan ve şimdi 88 yaşında olan Ewald von Kleist bugün hâlâ dünyanın bir yerinde yeni bir Hitler’in gelmesinden korkuyormuş. Hele hele nükleer bombaya sahip ülkelerin kimi diktatörlerinin dünyanın altını üstüne getireceğinden endişeliymiş.
Anlayacağınız, dünya bildiğimiz dünya. Korkular, endişeler ve günlük sıradan adaletsizlikler insanı paranoyaya götürecek kadar kemiriyor.
Zira tarihin en eski savaşı olan, ‘iyi’ ile ‘kötü’nün mücadelesi dur durak bilmeden devam ediyor.
***
Taksiyi terkederken şoföre, “unutma sabır ve tevekkül” dedim.
O ise, umutsuz ve inançsız bir ifadeyle, “peki abi” diyecekti…
Sabır, Camus’nün aklıdır benim için.
Twitter.com/ basyazar