Jose V.ÇİPRUT
Çoğumuzun, çok şikâyet etmeden, hayat boyunca kabullendiği bir iktisadî coğrafyası; her birimizin, farkına varmaksızın, ama mola vermeden, iyiden iyiye değiştirmeye çaba verdiği şahsa özel bir içtimaî siyaseti vardır. Bu çerçevede, adına ‘hayat’ deyip şu fani dünyada ‘güzel’ yaşamağa baktığımız nisbeten çok kısa sürede--herkes gibi, ‘gelecek otobüsü bekleyen’ tüketici-üretici rolümüzde--dünümüzü bugüne, bugünümüzü yarına, hangi sebep ve yollardan, ne şekillerde, çeviririzdir? Doğumla ölüm arasına biçare sıkışmışlığını bizlere, hele sık sık, hatırlatılmasını dilemediğimiz yaşam süremize ne hülyâ, ne mana, ne özlemlerle, ne yön ve içerik vermeye çalışırızdır? Bu tür suallere düşünce ayırmanın gerektireceği zoraki cesareti bulabildiniz mi kendinizde şu son zamanlar? Kimimizin rengârenk, yepyeni, bambaşka olmasını dilediği yarınlarımızın, bazılarımızın benzi solmuş dünlerimizin sadıkça devamını sağlamasını beklediği bugünlerimizden inşallah gene de çok farklı olmayacaklarının hüsnükuruntusuna kapılmışlarımızdan biri misinizdir, yoksa?
İktisat da, tıp gibi, taklide düştüğünün fark edilebileceğini kabullenmeksizin, ilme özenmiş bir san’attır. Klasik anlamında iktisat mekaniktir: karar vericilerin ne sebeple, nasıl, karara vardıklarını epey otomatik şekilde inceler. Örneğin, niye şunu alır, bunu almayız da, ondan daha çok, ötekindense çok daha az satın alırız. Aynı ödev çerçevesinde kimimiz neden o kadar alâkadar, kimimiz neden bir o kadar da umursamaz görünürüz. Birimizin cimri, öbürümüzün cömert olmasına ayrıntılı sebepler varsa, nedir bunlar? İktisadî karar alıcının kıstasları ‘fayda’, ‘çıkar’ ve ‘tercih’tir: Ben sevdiğim akideyi hemen şimdi yemek isterim, sen muzunu yarına saklarsın. Neden? Paralı olan ben kaparo verdiğim eski otomobili kiralık satın alırım; esnaftan olan sen ise, borçlanıp, evlenen oğluna peşin parayla yeni ev alırsın. Ne gerekçeyle? İnsanoğlu ne maldır, ne cisim, ne de robot... Doğuştan beri kendi yağımızda kavrulmayı öğrenirken, etrafımızda olan bitenler; en genç yaşımızdan beri şahsî tefsir ve yargımıza sunulan çeşitli öğretimler; bizleri ille de “terbiye” etmeye çalışan ebeveynimizde ve eğitmenlerimizde, karınca kararınca fark ettiğimiz üsluplar, tavırlar ve dünya görüşleri; ama askerlikteymiş, ama işyerindeymiş, hayatımıza emredileduran düzenler; hastahanelerde yaşadıklarımız; pastahanelerde işittiklerimiz… Bunların her biri ve hemen hemen hepsi, devamlı gelişen kişiliğimize münferiden içerik ve yön teklif eden veri, girdi ve etkilerdendirler. Örneğin, “giden geminin ardından bakıp da ağlayamayan” şairin “serde olan erkeklik” vasfı nerelerden gelmedir; içinin derinliklerine--hayat görüşüne o kadar da çok tesir edecek şekilde--ne zaman, niçin ve nasıl, sızıp yerleşebilmiştir?
İktisat nazariyesinin ‘çevrenin insanda yarattığı ruh haletini’ de göze alarak araştırma yöneten bölümüne ‘Kimliğin Siyasal İktisadı’ adı verilen ilginç bir öğrenim sahasının yaratıldığı zihin uyarıcı yeni bir çağa girmiş bulunuyoruz. Hayatında bir tek Yahudî görmemiş, İsrail’in nerede olduğunu bilmez, Filistinli tek bir Arap tanımaz, ne tarih ne de coğrafya okumuş, kendi dilini dahi doğru dürüst konuşamayan biri nasıl olur da köyünden kalkıp, ilk iş İstanbul’un ‘Takhsim’ Meydanı’na gelir de, haritada yerini bulamayacağı “Ghazze”deki “khardaşlarının haklarını khorumak için” (Gazze’nin niçin/nasıl o hale geldiğini, kulaktan öğrenerek, araştırmaksızın; kendi irade gücüyle, gerçek teferruatıyla, doğrudan doğruya ve de mümkün mertebe doğruca tesbit etmeksizin) gösteriye katılır. Bu bence toplumsal vicdana özgürce iştirak emaresi değildir.
Kanımca, bu, Kimliğin Siyasal İktisadı çerçevesinde içtimaî gelişim açısından ilginç, fert/kütle nazariyeleri seviyesinde dikkate şayan, yarınlarımızın gerektireceği daha da içeren küresel bir evren için kurama dayanmadan incelenmesi faydalı ve üstünde hassasiyetle durulması elzem deneysel bir konudur.