Avrupa’nın ağabeyine Pronto

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
16 Mart 2011 Çarşamba

Şehirleri şehir yapan, onlara ayak basan insanlardır. Ve her şehrin bir hikâyesi vardır. Bizim hafta sonu hikâyesinin içinde dolaştığımız şehir 2800 yıllık eski bir şehir…

Eski adıyla Roma Krallığı ya da Roma Cumhuriyeti ya da İtalya Krallığı ve şimdi İtalya Cumhuriyetinin başkenti Roma…

Erkek bir şehir…

Via 4 Fontane 12’de başladı hikâyemiz… Otelimiz Anglo Amerikano, Roma’nın merkezinde ünlü İspanyol Merdivenleri’ne çok yakındı. Cuma günü öğleden sonra bu erkek şehre adım attığımızda aklımızda iki şey vardı: Tarih ve Alfredo’nun fettucinisi…

Akşamüstü oturduğumuz kafede espressolarımızı yudumlarken, İtalyan kadınların şık ve zarif modasında kendimizi bir film karesinin içinde zannediyorduk. Güneş batıyordu. Haşmetli kiliselerin görüntüsüyle gri ve loş sokakların karanlık ışığı birbirine karışıyor, insanlar yavaş yavaş sokaklara dökülüyor ve gelen hafta sonunu karşılamaya koşuyordu. Sokaklarda Bangladeş’ten gelen göçmenlerin gitar da viyola çaldığı köşelerdeki kafelerden mis gibi kahve kokusu yayılıyordu her yere…

Tatilin ilk akşamı Piazza Augusto İmparatore 9 adresindeki Gusto’da arkadaşlarımızla buluştuk. İtalyanlar, bize çok benzeyen sıcak insanlar… Samimi, yardımsever ve renkli kişilikleriyle, güler yüzleriyle yarattıkları enerjiden onların bin yıllar öncesinin imparatorluğunun çocukları olduklarını düşünmek ilginç geliyor insana. Gusto’dan, beyaza boyalı ahşap zemin üzerindeki kocaman tahta masalarda bizlere “bona sera”, diyerek bizi karşılayan şirin İtalyan garsonlar, çok yağlı yemekler, güzel bir müzik ve tesadüf sonucu gördüğümüz tanıdık yüzler kaldı.

Sabah kahvaltısı otelin kahvaltı salonundaydı. Bütün işlere büyük bir hız ve disiplinle yetişen adını öğrenemediğimiz öfkeli yine de güler yüzlü kadın, Roma’nın heyecanlı kadınlarının bir örneğiydi adeta.

Güneşli cumartesi, bizi ara ve arka sokaklara taşıdı hikâyemiz içinde. Ve Alfredo’ya ulaştık sütunlu, çeşmeli ve heykelli sokaklar arasından…

Alfredo, kendini makarnanın imparatoru ilan etmiş üç kuşaktır restoran işleten bir ailenin yeri… Beyaz önlüklü yaşlı garsonları, nazik servisi ve olağan üstü lezzetli makarnasıyla misafirlerini ağırlıyor. Duvarlarını J.F. Kennedy’den Silvester Satallone’ye, Merhum Sakıp Sabancı’dan, Başbakanımız Recep Tayip Erdoğan’a kadar pek çok devlet ve hükümet büyüğüne, artiste ve iş adamına ev sahipliği yapmış eski ve aydınlık bir mekân…

Roma’nın eski ceketine takılmış şık bir yaka iğnesi gibi parlak ve asil… Yakında Nişantaşı’nda bir şube açacaklarını öğrenip seviniyoruz.

Biz Türklere Aşk Çeşmesi ya da tam adıyla Fontana de Trevi, 7. yüzyılda Mimar Salvi tarafından yapılmış bir çeşme... Suyunun çok güzel olmasıyla ünlü olan çeşmenin suyundan içen ya da suyuna para atan Roma’ya bir daha gelirmiş. Paramızı attık tabii. Bu paralar her akşam toplanıyor ve Romanın fakirlerinin ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılıyormuş.

Akşam yemeğinden önce Via Del Corso’da dolaştık. Dünyaca ünlü moda markalarının yan yana sıralandığı bu yolun gerisinde kalan dev kilise ve İspanyol Merdivenleri şehre ayrı bir güzellik katıyor ve şehrin her köşesinde yükselen dev ve soğuk heykellerin havasını biraz olsun yumuşatıyordu.

Roma yine de erkek bir şehirdi.

En güçlü erkeklerin tarih yazdığı koca imparatorluk, bugünkü cumhuriyetin içinde hala ayakta dimdik duruyordu.

Son gecemizde Trastevere’de İl Boom diye küçük, sevimli bir İtalyan restoranında bulduk kendimizi. Kırmızı yanaklı, yeşil gözlü, hafifi toplu ve yarım İngilizcesiyle son derece sevimli konuşan garson Lea’nın maharetli elleriyle kurduğu sofrada; siyah beyaz fotoğraflarla bezeli duvarlara, eski radyo koleksiyonuna baka baka kaliteli bir şarapla, dostlarla olmanın tatlı keyfini yaşadık.

Eski şehri yedi tepe üzerine kurulu Roma’dan başka bir yedi tepeli şehre uçmadan önce Tea Room’da son bir İtalyan kahvesi içip hikâyemizin son paragrafını yazdık Roma’da…

Roma; savaştı, barıştı, hırçın hükümdar Neron’du, aşık Sezar’dı, mitolojinin dev adamlarını içine sindirmiş, derdi zarafet değil, haşmet olan bir şehirdi.

Erkekti.

Tarihti.

Güzeldi.

Keyifliydi.

Ama her yer dostların varlığıyla renkliydi.

Roma’ya son sözü söyleyip bir dahaki sefere hikâyeye yeni cümleler eklemeyi umarak oradan ayrıldık:

Arrivederci…