Sene başından beri yaşanan depremler ve Ortadoğu’daki ayaklanmalar bu senenin pek de sıradan bir yıl olmadığını gösteriyor.
Japonya’da yaşanan deprem ve tsunami bir süreliğine de olsa dikkatleri dağıtarak Ortadoğu’da yaşananları unuttursa da, Fransa'nın Libya'ya bombardımana başlamasıyla gözler tekrar Ortadoğu ve Libya'ya çevrildi.
Genel olarak bu tip operasyonlarda yer almaktan kaçınan Fransa'nın burnunun dibindeki Libya'ya müdahalede ABD'den bile önce davranması şaşırtıcı gibi görünse de aslında oldukça mantıklı.
Libya alelade bir petrol hedefi gibi görünse de oldukça stratejik bir öneme sahip. Haritaya bakıldığı zaman Libya'nın kontrolünün aslında Afrika'nın kontrolü olduğunu kolaylıkla anlaşılır.
Libya'nın kontrol edilmesiyle şimdiye kadar geri kalan, diğer bir deyişle ilerlemesi engellenen, kara kıtanın kontrolü tamamen emperyal güçlere geçecek ve Afrika'da yeni pazarların oluşumu kontrollü bir şekilde sağlanacak.
Bu işin bir yönü.
Diğer önemli bir yönü ise, Irak konusunda oldukça pasif kalan ve ganimeti tamamen ABD'ye kaptıran Avrupa’nın burnunun dibindeki Libya'da aynı hataya düşme kaygısı.
Avrupa ve ABD ideolojik olarak partner gibi görünse de, ticari olarak birbirlerine rakiptir. Doğal kaynakların, özellikle petrolün tamamen ABD kontrolüne bırakılması, derine bakıldığında Avrupa için pek de kabul edilebilir değil. Ancak Avrupa ile ABD'nin savaşması hatta çatışması söz konusu değildir. Avrupa, ABD'nin girişimine sesini bile çıkaramadı. Bunun yerine Avrupa için ganimete ortak olma fikri akla yatkın çözüm olarak ortaya çıktı.
Akla “Kaddafi, Mısır lideri Hüsnü Mübarek gibi gitseydi sonuç farklı olur muydu?” gibi bir soru geliyor. Kaddafi kendi edebiyle gitmiş olsaydı bile özellikle ABD, yeni gelen yönetimle hır çıkarmayı başarıp bu ülkeye girmeyi başarırdı. En iyi ihtimalle kukla bir demokrasi ile kukla bir yönetim gelerek kapılarını ABD'ye açardı.
Libya'nın kaderi belli oldu. Tüm halk silahlanıp emperyal güçlere karşı çıksa bile Libya, Batı dünyasının yeni üssü olmaktan kaçamayacak.
Obama yönetimi, müttefik güçlerle anlaşarak operasyonu meşru kılma telaşı içinde olsa da gerçek pek gizlenebilir gibi değil.
Barış yanlısı gibi görünen demokrat Barack Obama, selefi Cumhuriyetçi George W. Bush'tan pek farklı politikalar gütmüyor.
İşin doğrusu, ABD başkanları karar vericiden çok, belli bir planı uygulamakla görevli üst düzey bürokratlar gibi hareket ediyorlar. ABD’de hangi parti seçilirse seçilsin plan değişmez ancak uygulama şekli ve yaklaşımlar değişir.
Bu arada, BM kararında çekimser kalarak kendi içindeki çelişkiyi de gözler önüne seren Rusya'nın yaklaşımı da ilginç. Avrupa ve ABD'nin kontrolüne geçen Libya'dan pay alamayacak olan Rusya'nın bu operasyona karşı çıkmaması şaşırtıcı. Kaldı ki önemli doğalgaz ve petrol yataklarına sahip Libya'nın kaynaklarının Batı'ya geçmesi önemli oranda enerji ihracatçısı Rusya'yı ikinci plana itecektir.