Jose V.ÇİPRUT
Şekspir’in Jül Sezar’ının dördüncü perdesinin üçüncü sahnesinde, Brutus ve Kasyus, Oktavian’la Mark Antonius’un kuvvetlerine karşı yönelttikleri iç savaşın son safhasını görüşmektedirler. Brutus stratejisini şöyle korur: İnsanoğlunun işlerinde gelgitler vardır. Kabartı’da yakalandığında, servete; çekilme’de elden kaçırıldığında, hayat boyunca sığlığa ve yenilgiye mahkûm ederler insanı. Kabarık sularda süzülmekteyiz şu an: akıntıyı tam zamanında yakalayamazsak girişimimizden beklediğimiz ürünün tümünü kaybederiz.
Yakın Şark’ta, önderlerle milletlerinin, dış güçlerle iç düzenlerin, aynı dinin mezheplerinin, ayrı dinlerin herbirinin, ve halk arasında gizli kalmış nefretlerin birbirleriyle yüzleştirilmekte olduğu gelgitin kabarık şu an’ında, bu dünya bölgesinin doğal hakları uzun zamandır kendilerine hor görülmüş genç halkları, farkına bile varmadan, ananevî tebaalıklarının başka şekillerde devamına mı, yepyeni bir vatandaşlık tasavvuruna mı yaklaşmaktadırlar?
Tebaalarının kalkınmalarının neticesinde kendi selametlerini, Tunus’ta, kaçmakta; Mısır’da, gecikmeksizin çekilmekte; Yemen’de, silahla direnmekte; Cezayir’de, usulca bastırmakta; Libya’da, şiddetle ezmekte; ve Bahreyn’de, umuttan sabıra, hüsrandan öfkeye, yersel endişeden bölgesel korkuya kayarak stratejik tedbirle komşularından silâhlı destek davet etmekte bulan önderler yanı sıra, ‘bugün şuna, buna; yarın belki bana’ korkusu ile veya ‘neme lâzım’ diye ellerini ovuşturan BM azaları... Libya’yı bombalamaya, ama Yemen’e dokunmamaya, Bahreyn’e ise dostça ikaza kararlı ‘Demokratik Güç’ler... “Biz sizi destekliyoruz, siz başlayın, biz sonradan geliriz” deyip nasılsa üstlenmiş olduğu desteği hareket ortasında “müttefiklerinden” esirgeyen Arap Birliği... Kabarık sular indikten sonra doğacaklarını muhtemel gördükleri Demokratik İslam Cumhuriyetleri’nin sayısını şimdiden hesap etmekte olanlar... Her ihtilâlin kendine münhasır bir üslupla seçtiği “çıkaryol”un toplumlarını (kendi ortam ve ananeleri çerçevesinde, kısa ve orta süre içinde) birer “çıkmaz”a sokmakta olduğundan endişe etmeğe başlayanlar... Halkların, şu an, insiyakî iştiyakla içine atladıkları girdaplardan, kendilerini sırf kendi imkânlarıyla, çabukça, kolayca ve tamamen, kurtarabileceğine inanamayanlar... Ve, şu an, dalların zirvesine erişmiş olduğunu belirsiz sebeplerle sezdikleri bu dünya bölgesinde ne olur ne biter, hala anlayamayanlar...
1979 yılında İslam Cumhuriyetine dönüştürülen İran, kalemi ve kılıcı birleştirerek dünya Şiî’lerinin yegâne önderliğini jeopolitik seviyelerde müesseseleştirdi; Suudî Arabistan’ın Sünnî evreni temsilen oynadığı role böylelikle her açıdan eşitliğini sağlamış oldu. Dünya petrolünün en büyük payının iki dar kıyısı arasından aktığı Hürmüz Boğazı, Basra Körfezi’ni birbirini kollayan iki devin istihfafla bölüştüğü stratejik bir göle çevirdi. Nedir ki, Suudî Arabistanda Şii’ler tüm nüfusun 1/6’ini, doğu bölgesinde yerleşmiş toplumununsa 1/3’ini teşkil ederler. Bahreyn’de nüfusun 3/4’ü Şiî’dir. Bu ‘yakın komşu’ Şiî tebaaların İran diregetinden gelebilecek işaretlere duyumsuz kalmayabilecekleri; İran’ın Hızballah’la Lübnan’da, Hamas’la Filistin’de edindiği siyasî nüfuzun önemi; lâyık olduğu saygıyı kendisinden dünyanın esirgediğine kanî İran’ın ihtilâl ihracatına merakı; Suud’un ise, hilafet rejiminin mümkün en uzun sürede aralıksız selâmeti için tam tersine, ‘işlerin aynen devamı’nı tercihi idrak edilse, Bahreyn’in Suudî Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden dilenip aldığı silâhlı desteğin “kızım sana söylerim, gelinim sen anla” niyetiyle oralara gönderilmiş olduğu anlaşılabilmelidir. Ama bu olağandışı girişimin Suud için taşıdığı yersel, bölgesel ve küresel rizikonun kısa ve orta sürelerde kocamanlığı da unutulmamalıdır. Şu an ‘uzak bakışlı’addedilebilir bu meşru müdahalenin yarın dar görüşlü bir hamle olmuş olduğu kanaatine varılabilmesi mümkündür. Bu, ihtar şeklindeki, cür’etli teşebbüs, ileride Araplarla İran arasında mümkün bir yüzleştirmeyi, Körfezin yalnızca Batı kıyısında değil, bilhassa Doğu kıyısında, hatta Lübnan ve Suriye’de, daha da muhtemel kılabilirdir. Yemen’de iki yıl evvel yer alan El-Huti isyanında İran’ın gizli parmağından şüphelenildiğinde, Suud,Yemen’in yardımına koşmuş; dolayısıyla, Yemen’de doğan şiddetin Suud topraklarına taşmasına sebep olmuştu. Bahreyn’de, Suud’un şu an silahlı müdahalesine muhalif olan El Wefak (Şii) grubunun yarın ne yollardan, hangi ittifaklarla, Suud topraklarının nerelerinde ne tür fesat yaratıp yaratabilemeyeceği şimdiden belirlenemezdir. Arap Birliği’nin Libya’nın rejimine karşı alınan BM önergesine iştirakının haberini hayretle mi, takdirle mi, itimatsızlıkla mı, yoksa bu hislerin hepsinin beraberce yaratacakları olumsuzlukla mı karşılamalıyız. Bu kararın sembolik bir jest’ten ibaret kalacağını düşünmemek AB tüzüğünü bilenler için güçtür: Bu işte, AB’nin meşruiyeti söz konusudur. Müttefiği olduğu NATO’nun bu tiyatroda müdahalesine, ilk andan büyük berraklıkla açıkladığı tereddütün esasına binaen, Türkiye’nin bu harekete şartlı şekilde katılmağa karar vermiş olmasını çok daha olumlu ve saygıdeğer buluyorum.
Japonya’da şu an devam etmekte olan facianın nükleer enerji konusunda zihinlerde yarattığı endişeler... Libya’da şu an yaşanan zorlukların petrol piyasası üzerindeki etkisi... İstilâ sonrası Irak’ın şu an siyasal ve sınaî durumu...Ve Avrupa’nın ezelî petrokimyasal enerji bağımlılığı... Suudî Arabistan’ın jeostratejik küresel tedarikçi rolünü şu an daha da çok değerlendirmektedir. Bahreyn’de demir atmış zırhlılarının istikbalinden endişelenen ABD’nin “stratejik ortağı” Suud’la epey zamandan beri gürültü yapmadan paylaşmış olduğu türlü ‘dünya görüşü’ farklarının ne kadar zamanda daha işitilir şekilde ortaya döküleceğini kestirmek şu an zor olsa da, Ürdün Krallığının Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nin Sünnî önderlik düzeni düsturuna verdiği açık destek, şu an Kuzey Afrika’ya ve Körfez’e özel/mahdut sanılan bu problemlerin yarın Lübnan ve Suriye’ye, hatta Filistin’e taşmalarını kolaylaştırabilecektir sanırım. Belki de, şu an, bu karmakarışık dünya bölgesi sahiden dalların zirvesindedir ancak: yarı yoldan ziyade özgürlükten uzak, yarı yoldan ziyade özerkliğe yakın...