Rahat olun. Okuduğunuz yazı zararsızdır. Otosansürümden başka, tam üç kişinin denetiminden geçmiştir. Tüm sakıncalı sözcüklerden arındırılmıştır. Tamamen hayal ürünüdür. Üstelik içinde zerre kadar radyasyon bulamazsınız! Ama yine de risk var diyorsanız, ısrar etmiyorum, okumazsanız bir şey yitirmezsiniz...
Olay Lihtenştayn Prensliği’nde gerçekleşti. Dünyanın en büyük raptiye ve toplu iğne üreticileri asamblesi “PinheadsWorld”, bu yıl Vaduz’da düzenlendi. Kısa adı TİRÜİD olan Topluiğne-Raptiye Üretici ve İhracatçıları Derneği, – ki ben de hasbelkader bu derneğin genel sekreteriyimdir – sektörümüzdeki firmaları yurt dışındaki ithalatçılara tanıtmak üzere bu yıl Vaduz’da özel bir gece düzenledi. Her şey gerçekten özenle hazırlanmıştı. Dünyanın hemen her ülkesinden gelen raptiye tüccarları davet alanını hıncahınç dolmuştu.
Hoşluk olsun diye peynirli ve zeytinli kanepeler, üzerlerindeki rengârenk raptiyelerle servis edildi. Bu hoşluktan bir iki kişinin dili kanadıysa da ciddi bir kaza olmadı. Kokteylin sonunda beş dakikalık tanıtım filmimiz gösterildi. Titizlikle hazırlanmış, güzel bir belgeseldi. Filmde ülkemizin raptiye üretiminde Çin’i nasıl solladığı yalın bir dille anlatılmıştı. Film gösteriminin sonunda tanıtım ve teşekkür amaçlı üç kısa konuşma yapılacak ve konuklar fazla bekletilmeden zengin büfeye davet edileceklerdi.
Genel sekreter sıfatıyla ilk konuşmayı yapma görevi bendeydi. Kısa bir ‘welcome-willkommen-bienvenue’ tiradının ardından mikrofonu aramızda bulunan Topluiğne ve Raptiye İhraç Koşullarını Değerlendirme Komisyonumuzun başkanına uzattım. Şeyda Hanım, üç beş cümleyle konukları selamladı. Artık kapanış konuşmasını yapma ve büfeyi açma sırası dernek başkanımızındı. Tam kendisini anons ediyordum ki görevlilerden biri elime minik bir kâğıt parçası sıkıştırdı. Meğer Valduz’da pek çok Türk vatandaşı yaşarmış. Onlar da ülkemizi tanıtmak adına çok sayıda sosyal dernek kurmuşlarmış. İşte o derneklerden birinin başkan yardımcısı hanımefendi de bizi onurlandırmış, aramızda yer almıştı. Nezaket icabı (!) kendisi de küçük bir konuşma yapmak istiyordu.
Bu genç bayan, mikrofonu kapar kapmaz, mükemmel bir İngilizceyle salonda çoğunluğu teşkil eden yabancı konuklarımızdan özür diledi ve konuşmasını Türkçe sürdüreceğini belirtti. Hanımefendi o andan itibaren yirmi dakika boyunca, küçük başkentlerini onurlanmamızdan memnuniyetini dile getirdi. Derneklerinin ihracatçılarımıza nasıl yardımcı olduklarını çeşitli örnekler vererek kanıtladı… Daha sonra topluiğne ve raptiye ihracatçılarına çeşitli önerilerde bulundu. Hızını alamayınca, Vaduz’daki raptiye sıkıntısından dem vurdu. Bazı renkler hiç bulunmuyordu! Çin’den ithal edilen raptiyeler kalitesizdi. Saplanırken kafaları kopuyor, girdikleri yerlerden güçlükle çıkarılıyorlardı... Koptuğum an bu olmalıydı, teşekkür ederek kendisini yerine oturttum.
Sıra başkanımızı takdim etmeye gelmişti. Birden nasıl oldu bilmiyorum, bir süre önce Ester Yannier ile Schneidertempel hakkında gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi hatırladım. Formalite icabı da olsa küçük bir kültür-sanat derneğinin başkanlığını yürüttüğümü öğrendiğinde, “Türkiye’de kişi başına kaç başkan düşüyor, biliyor musun?” diye muzipçe sormuştu. Şakaya vurarak bu art niyetli soruyu savuşturmuş ama eve döner dönmez internette küçük bir araştırma yapmıştım.
Google’da ‘başkan sayısı’ diye yazar yazmaz hemen ilk sırada Ankara Ticaret Odası’nın araştırmasını bulmuştum. (Aslında Google’ı yasaklamalı, fena kafa karıştırıyor!) Her neyse, araştırmanın tarihini bilmiyorum, ama rakamlar tek kelimeyle ibretlik! Türkiye’de her üç kişiden biri ya başkan ya da başkan yardımcısıymış! Evet, yanlış okumadınız, Türkiye’deki başkan sayısı tamı tamına 6.107.108 imiş! Üstelik geçici kurul başkanları, başkan vekilleri, başkan yardımcıları, ikinci başkanlar bu hesaba dâhil edilmemiş. ATO’ya göre bu başkanlara bir de başkan vekilleri, başkan yardımcıları, ikinci başkanlar, eş başkanlar, kriz yönetim başkanları, onursal başkanlar, eski başkanlar eklenince, Türkiye’de her üç kişiden biri başkan sıfatına hak kazanmış oluyor… Bundan daha yaygın bir unvan biliyor musunuz? Laf aramızda, ilkokullardaki minik sınıf ve temizlik kolları başkanlarının kayda alınmış olduklarından emin değilim…
İşte o an, saygıdeğer dernek başkanımız, yüzünde mutlu bir gülümseme, adını anons etmemi beklemekteydi ki bu ilginç istatistiği hatırlayıverdim. Başkanla göz göze geldik. Sonra nedendir bilmem gözlerimi kaçırdım. Bir an önce artık yemeğe geçmeyi bekleyen izleyicilere döndüm, “Bilin bakalım, Türkiye’de yokluğu hiç çekilmeyen, en yaygın şey nedir?” diye soruverdim. Kimisi lokum-baklava-döner kebabı dedi. Cami, hamam diyenler oldu… “Turkish viagra, dansöz” diye laf atanlar… Arkalardan birisi Türkçe, “Köşe yazarı!” diye bağırdı... “Hayır, hiç biri değil!” diye sırıttım. “Bizde başkandan bol bir şey yoktur! Yapılan sayımlara göre İstanbul ili dâhilinde kilometrekareye tam 96 başkan düşmektedir…”
Bu hesabı hızlı bir şekilde kafadan yapmıştım ama yanılma payım azdı. İstanbul’daki nüfus yoğunluğuyla ilgili kısa bir açıklama yaptım. Önce espri anlaşılmadı. Ardından bir iki cılız gülme sesi, derken artan dozda gelen kahkahalar... O esnada başkanımla yeniden göz göze geldik. Yüzündeki gülümseme donmuş muydu ne? İstatistikî verileri bir kenara bıraktım. “…Ama bizim başkanımız en büyüktür!” diye haykırdım ve mikrofonu sahibine teslim ederek olay mahallinden hızla uzaklaştım…