Micheal AUSLIN
Yapılan tüm çalışmalar ve yardımlar Fukuşima Nükleer Santrali’ndeki gelişmelerin gölgesinde kalsa bile, Japonya’nın yaşadığı korkunç deprem ve tsunamiden birkaç hafta sonra yaşanan felâketin insani boyutu daha iyi anlaşılabiliyor. Yaşanan felâket ve kriz, Japonya gibi her zaman ‘hazırlıklı’ bir devletin bile boyunu aşıyor. İstanbul’un tarihte birçok yıkıcı deprem felâketi yaşamış olduğunu göz önünde bulundurursak, Ankara’nın Japon liderlerin bu krizle başa çıkma yöntemlerini yakından takip etmesi gerektiğini söylemek yanlış olmaz.
Depremden günlerce sonra bile yüz binlerce insan halen su ve elektrikten mahrum; yemek, battaniye ve ilaç stokları da azalıyor. Kurbanların cesetleri toplanmaya devam ediyor ve yaklaşık on dört bin kişi halen kayıp. Tüm bunlar yetmezmiş gibi hükümet, tehlikesi gittikçe artan nükleer santral sorununu çözüme kavuşturamıyor.
Kamuoyunun ilgisi artık felâketin boyutlarından çok Japon hükümetinin nasıl hareket edeceğini beklemeye yönelmiş durumda. Çünkü Japon hükümeti bazı durumlarda işinin ehli görünürken, bazı durumlarda tamamen çaresiz bir tablo sergiledi. Bu durum hükümetin halkın güvenini kaybetmeye başlamasına neden oluyor. Japon hükümetinin bu krizde nasıl bir tutum izleyeceği gelecek on yıllarda Japon tarihini şekillendirecek.
Kriz zamanlarında halk her zaman liderlerini görmek ister. Japonya’nın lideri, Başbakan Naoto Kan, krizin hemen öncesinde bile halkın sadece yüzde 20’sinin desteğine sahipti. Kamuoyunun büyük çoğunluğu, Kan’ın ne kadar daha başbakan kalabileceğini merak ediyor.
Krizler bazen, politikacıların iyi yönlerinin ortaya çıkmasına ve halk desteği kazanmalarına yardımcı olur. Ancak bu kriz onlardan birine benzemiyor. Devlet açıklamaları sırasında, Başbakan Kan, halka yüzünü pek göstermedi. Bu görev Kabine Sekreteri Yukio Edano’ya düştü. Nükleer kriz süresince Bay Edano, resmi sözcü görevini üstlenirken Bay Kan daha arka planda kaldı. Halkın liderlik ve güven aradığı böyle bir dönemde, bu durum büyük bir sorun teşkil etti. Japonya’nın politik sistemi her zaman şu denge üzerine kuruludur: vatandaşlar, yöneticilerinin tüm görevlerini layıkıyla yerine getirmeleri karşılığında devletin kapsamlı hatta fazla zorlayıcı yönetim şeklini kabul eder.
Dışarıdan bakanların çoğunluğunun düşündüğünün aksine, Japon toplumunun doğal hiyerarşisi, yöneticilerin pozisyonlarını suiistimal etmesine veya sorumluluklarını göz ardı etmesine hiçbir zaman izin vermez.
Japonya’nın tarihi, iyi niyetli ancak başarısız yöneticilerin cezalandırıldığı hikâyelerle doludur. Tokugawa döneminde (1600-1868) binlerce köle, adaletsiz yönetime karşı ayaklanmıştı. Bu gelenek, Japon politik hayatına yeniden dönebilir. Tabii ki barışçı yollarla; seçmenler yakın tarihte birçok kez meclisteki çoğunluk partiyi koltuğundan indirmeyi bildi. Deprem öncesinde, birçokları Demokrat Parti’nin 2009 yılında kazandığı çoğunluğu kaybedeceğini düşünüyordu. Deprem sonrasında da Japon politikasının üzerinde daha da kara bulutlar dolaşmaya başladı.
Deprem felâketini acemice yönetmek, Japonya’nın demokratik anayasal düzenini tabii ki bozmayacak ancak demokratik çerçevede halkın artan öfkesi, yetkililere büyük zarar verecek. En büyük tehlike ise, Japonların en ihtiyaçları oldukları zamanda hükümetlerinin beceriksizliğini görmeleri ve politik sistemlerine olan inançlarını yitirmeleri olabilir.
Bu olumsuz durum, 2009 yılında seçmenlerin uzun yıllardır iktidarda olan Liberal Demokratik Parti yerine Kan’ın Demokrat Partisi’ni seçmeye teşvik eden umut ve özlemlerin kaybolmasına neden olabilir. Ya da politik partilerde köklü değişiklikler talep eden büyük bir politik eyleme neden olabilir.
Krizin insani yönü ile ilgili olarak Tokyo hükümeti, başta ABD olmak üzere, Çin, Güney Kore, Avustralya, Endonezya ve Hindistan da dahil, birçok ülkeden destek alıyor. Japon STK’ları, 1995 Kobe Depremi ve dünyanın diğer bölgelerindeki felâketlerden edindikleri deneyimle çoktan harekete geçtiler.
Ama günün sonunda vatandaşlar, Başbakan Kan ve bakanlarını sorumlu tutacaklar. Hükümet, bu kadar zor bir zamanda yapılması ve başarılması gerekenlerin ağırlığı altında, adaletsizlikler de yaşanabilir. Demokratik ülkelerde, durum hep böyledir.
Tohoku depremi, Japonya’yı henüz öngöremediğimiz bir şekilde değiştirdi. Japon toplumu, tahmin bile edilemeyen zorluklar ortasındayken, dayanıklılık ve kuvvetlerini bir kez daha açığa çıkardı. Şimdi tüm gözler, aynı kuvveti görmek için hükümete çevrildi.