Siz anneniz ve adalet arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılsaydınız kimi seçerdiniz? Albert Camus, 1957 yılında Nobel Ödülü’nü alırken annesini seçeceğini söylemişti. Bu tercihin Holokost ile ne gibi bir ilgisi olabilir.
Baba dindardır, oğlunu da öyle yetiştirmeye çalışır. Bir gün adamın genç oğlu artık evi terk edeceğini, farklı bir kentte yaşamını sürdüreceğini söyler. Baba üzgündür ancak oğlunun geleceğini de engellemek istemez: “Tamam oğlum, yeter ki Tanrı yolundan ayrılma, her gün Tefillin tak, Tora öğrenimine ara verme” der ve eline belli bir miktar para sıkıştırır.
Aradan bir süre geçer, oğlan babasını arar, iş bulamadığını, parasının tükendiğini ve bir miktar daha göndermesini ister. Babası; “oğlum sen din yolundan ayrılma, her gün Tefillin tak, Tanrı seni duyacaktır” diye yanıtlar.
Aradan yine bir süre geçer, oğlan: “Baba artık dayanamıyorum, bir kuruşum kalmadı” diye yalvarır. Babası aynı cevabı verir; “Sen din yolundan ayrılma, her gün Tefillin tak…”
Sonunda oğlan geri dönmek zorunda kalır. Babası oğluna yola çıkarken verdiği Tefillini alır ve arasına sıkıştırmış olduğu bol miktarda parayı göstererek: “ Oğlum bu paraya hiç dokunup, harcamamışsın !..” der.
Baba oğluna bir ders vermek istemiştir. Siz bu dersten ne gibi yorumlar çıkarırsınız bilemeyeceğim ancak ben Pesah’ta, Tel-Aviv’de, yeni oluşan bir yerleşim bölgesinde, henüz sinagog inşa edilmediğinden, geçici olarak bu amaçla kullanılan bir binanın sığınak katında bir ravdan dinlediğim bu öyküden oldukça etkilendim ve aktarmak istedim.
***
Ölümünden sonra yayımlanan “İlk Adam” adlı kitabında, Albert Camus emperyalist dönemin ahlaksal çatışmasını irdeler. Yazar, 1957 yılında, Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmasında; annesi ile adalet arasında bir seçim yapmak zorunda kalsaydı, annesinden yana olacağını dile getirir.
Çünkü Cezayirli olan Camus’nün annesi, o ülkede Fransızlar tarafından sömürülen ve yoksul oldukları için ‘pieds noir’ (çıplak ayaklılar) diye adlandırılan göçmenleri simgelemektedir. Fransa’da devrimler ve toplumsal isyanlara katılmış ve sonra devlet tarafından sömürgelere yerleştirilmiş insanlardı bunlar.
Tarihte işkence tartışmaları, zamanımızın ünlü tarihçilerinden Dan Diner’in deyimi ile “birbirine karşıt yönde işleyen iki deneyim dünyasını, işkence görmenin deneyimi ile işkence yapmanınkini bir araya getirir.Fransız direnişçiler Nazi Almanya’sının işgal kuvvetlerine karşı mücadelelerinde işkence görürler, Cezayirli isyancılar ise baskıcı Fransız güçlerine karşı mücadelelerinde…”
Peki, Holokost’dan alınması gereken ders nedir? Holokost bir medeniyet kırılmasıdır. Holokost ile tüm insani değerler alt üst olmuştur.
Neden özellikle Yahudiler? Yahudilerin başlarına gelen bu musibetin şiddetinin nedeni neydi? Gecikmiş bir sorgulama da olsa sadece Yahudilerin değil tüm insanlığın sonuçlar çıkarması gereken 20. yüzyılın en büyük felaketidir bu…
Holokost’ta yok edişihedefleyen irade mutlaktı. Tarihte pek çok kez, Yahudilere yaşamda kalma olanağını bahşeden din değiştirme dahi bu mutlak iradenin önünde bir engel oluşturmamıştır. Cellâtların hedefi sadece Yahudilerdi ve bu özellik Holokost’u diğer tüm soykırımlardan ayırır.
Dan Diner, “Karşıt Hafızalar-Soykırımın Önemi ve Etkisi Üzerine” adlı incelemesinde, Holokost’un yanı sıra, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasının soykırımsal sömürge savaşlarına aynı sorunun ışığında eğilmekte, daha az vahşet içerseler de Güney Asya, Uzak Doğu ve keza Kara Afrika’sında yaşanan farklı hafıza kırılmalarını da irdelemektedir.
Yüz sayfayı geçmemekle birlikte okunması, kavranması oldukça çaba gerektiren bir kitap. Yine de “Karşıt Hafızalar-Soykırımın Önemi ve Etkisi Üzerine” adlı araştırmayı kütüphanenizde bulundurmanızı öneririm.
2 Mayıs günü altı milyon Holokost kurbanının anısına düzenlenecek törende çarpıtılmış algılamalara, soykırım inkârcılarına karşı bir kez daha tarihsel sorumluluğumuzun bilincinde bir araya gelelim.