Belirsizlikler ve geçiş dönemleri

Köşe Yazısı
27 Nisan 2011 Çarşamba

Tana ESKİNAZİ ALALU


Hayat iniş çıkışlarla dolu. Bir yandan kendimiz için kurduğumuz hayaller var, diğer yandan kendimizden beklentilerimiz var. Bir de dışarıdan bizi etkileyen, dış etkenler var. Nedense küçüklüğümüzde, seyrettiğimiz Türk filmlerinin çoğunda veya masallarda acıklı, zorlayıcı olaylar olur, ama sonunda kahraman hep kazanır. 

Gerçek hayatta, büyürken veya erişkin olduğumuzda hep bir şeylerin daha iyi gideceğini ümit ederiz. Ya derslerimiz düzelecek, ya istediğimiz üniversiteye gireceğiz,  ya da hayal ettiğimiz işi yapacağız. Erişkin olunca kimse bize karışmayacak. Sonunda istediğimiz gibi yaşayacağız. Yetişkin olduğumuzda da finansal krizleri aşacağız, ödemelerimizi yapacağız, sonunda istediğimiz evi alacağız, vs derken kendimizi bir dolu beklentiye sokarız. Acaba şimdi ne olacak sorusunu hiç sormayız? Çünkü biliriz ki herkes, böyle yapıyor, biz de öyle yapacağız. Sanki tek bir yolu varmış gibi, çoğu insan aynı yoldan gider. Bir de bakarız ki, karşımıza engeller çıkıyor. Garanti gözüyle baktığımız şeyler elimizden kayıp gidiyor. Kaynaklarımız beklediğimizden evvel tükeniyor. ‘Aslında diğer insanlar yaparken çok kolay gibi gözüküyordu, ben neden yapamıyorum?’ diye sorarız kendimize. Onların da zorlanmış olacağı aklımızdan dahi geçmez. Çünkü biz hep başarı hikâyelerini duyarız. Kimse araları bize anlatmaz. Edison ampulü 100. denemede buldu ama, 50. denemeden sonra ne hissediyordu acaba? 

Üzülürüz, gücümüz tükenir. Meğerse varmak istediğimiz yer, tam da istediğimiz yer değilmiş. Yolda negatif sürprizlerle karşılaşırız. Belki de bekleriz, bir türlü istediğimiz olmaz. Ne zor bir yerdir orası. Kendimizi beceriksiz ve yetersiz hissederiz bir müddet. Kimi zaman umutla yaşamak varmaktan daha kolay gelir ve bir türlü bir şeyleri sonlandırmak için harekete geçmeyiz. Yaparız ama tam yapmayız, sonucunu da görmeyiz. Duygularımız iner, çıkar. Bizi yerden yere vurur.

Duygular önemlidir. Kulak verirsek bize çok şey söyler. Bize rehberlik eder. Zannederiz ki, ya severiz, ya da nefret ederiz, ya üzülürüz, ya da seviniriz. Hâlbuki duygular öyle hislerdir ki, hepsini aynı anda bize hissettirir. “Heyecanım var ama korkuyorum, bir taraftan merak da ediyorum. Ama çabalamaktan da yoruldum. Acaba insanlar benim hakkımda ne düşünecek? Ya yapamazsam? Kendime çok kızıyorum, niye duruyorum ki, hızlı hareket etmem lazım.  Ama ya istediğim bu değilse?  Ya buna evet deyince daha iyisini kaçırıyorsam?”… gibi bir dolu duygu ve düşünce aynı anda aklımızdan geçer. O zaman durup netleşme zamanıdır. Belirsizlik gelip çatmıştır. Belki de başka bir şeye geçiş dönemidir.

Hayalimiz vardır. Bunlar net hayaller veya ulaşmak istediğimiz ütopik bir hayal olabilir. Eğer net ise varması daha kolaydır. Ütopik ( uçsuz bucaksız) geniş, net tanımlanamamış hayali ise çok çiğnememişizdir, yani çok detaylı, bize uygun olup olmadığını çok düşünmemişsizdir.  Toplumun, çevremizin etkileriyle, değer  verdiğimiz bir başkasının inançlarıyla yola çıkmış olabiliriz. “Herkesin işine yaradıysa, benim de işime yarar”, deyip ilerlemişsizdir. (Babam avukat oldu. İyi bir avukat çok iyi para kazanır. En iyisi ben de hukuk okuyayım gibi…)

Bir de bakarız ki üniversite 3. sınıfa gelmişiz ve dayanamıyoruz. Başarılı olmak isterken varmak istediğimiz yerle olduğumuz yer arasında büyük bir boşluk var.  Hedef başarılı olmak. Ancak, başarılı olmak genel bir hedef. Buna varmak için hukuku aracı etmişiz.  Oraya gidilecek yol ise, şu anda çok sıkıcı geldiğinden, siste gözükmüyor. Çünkü belki bu kanunları okumaktan çok keyif almıyoruz.

Aktarmaya çalıştığım gibi zamanlarda, önümüzü göremediğimiz zaman kendimizi güvensiz hissederiz, bazen de korkarız. Bir sürü şeyi geri bırakıp epey yol gitmişizdir. Bu emekleri boşuna mı harcadık? Canımız bir adım ileriye gitmek istemez. Artık bundan sonra hiçbir şey net değildir. “Ya hiç varamazsam!” sesleri bizi ziyaret eder. Endişeler, beynimizi doldurur. Düşüncelerin en olumsuzları aklımıza gelir. Böyle zamanlarda telaştan yanlışlar fazlalaşır. “Yapacağız da ne olacak sanki? Aynı tas, aynı hamam. Hiç bir şeyin rengi yok, tadı yok, kokusu yok. Anlamı da yok. Her tarafta boşluk, sadece bir gri bulut var?” deriz kendimize.

Bu durumdan çıkmanın yolu soru sormaktır. “Bu mudur? Böyle mi kalacak? Ne olursa olsun bir şey muhakkak olacak. Ne yapabilirim? Ne hayal etmiştim? Nereye gitmek istiyordum? Oraya varınca ne olacaktı? O hisleri kendime hatırlatmak için ne yapabilirim? İnançlarım neler? Bunlar gerçekten benim inançlarım mı? Bu inançlar gerçekten geçerli mi?  Benim için olmazsa olmaz dediğim değerlerim neler? Değerlerimden ödün verebilir miyim? Veremezsem elimdekiler ile ne yapabilirim?”

Esasında bu dönem bir netleşme dönemidir. Bilinmeyende kalmak bir netleşme dönemidir. Yavaş yavaş, hafif bir heyecan kaplar etrafı. Dışarıdan veya kendi yaptıklarımızdan, okuduklarımızdan, gördüklerimizden, hareketlerimizden esinlenmeye başlarız. Bu esinlenmeler bizi bir sonraki adıma bağlar. Adımlarımızı küçük küçük atarken, ihtiyaçlarımızı belirlemek ve netleşmek için sorular sorarız. Gerçekten ben ne istiyorum? Kendime ne kadar güveniyorum? Kendimi desteklemek için neye ihtiyacım var?

Burada sadece durmak gerekiyor. Zaman, her şeyin ilacı. Hiçbir şey aynı kalmıyor. İnanarak kalmak ve beklemek, küçücük de adımlar atmak gerekiyor. Bir küçük adım atsam ne yaparım?  Bir tane daha atsam, ne olabilir?..