Parmaklarım bir süredir klavyede.
Karşımda televizyon açık.
Bakıyor ama görmüyorum.
Duyuyor ama dinlemiyorum.
Yazmak istiyor ama yazamıyorum.
Aslında ne yazmaya keyfim var, ne de aklımda yazacak bir konu.
Üstünüze sağlık, “tadım yok” bir süredir.
Ne aklımdan çıkarabiliyorum O’nu, ne de duygularımı bastırabiliyorum.
***
Hepimizin çevresinde vardır.
İçtenlikle sevdiğiniz, çok yönlü takdir ettiğiniz biri.
Yüreği karşılıksız sevgi doludur.
Kayıtsız şartsız herkesi ve herşeyi sever.
Yalnızca vermek için yaratılmıştır sanki. Almayı hiç düşünmeden. Ya da almanın en doyurucu yolunun vermekten geçtiğini bilecek kadar ermiştir.
Hiç kimse ile alıp veremediği yoktur. Herkesle iyi ilişkiler içindedir. Herkesle sıcak bir selamı vardır. Herkes ona gülümser!..
Kırk yılda bir de olsa saman alevi gibidir öfkesi. Sizin ömür boyu affetmeyeceğiniz bir davranışı, beş dakika sonra o unutmuştur bile. Ona yapılan bir haksızlığa siz isyan ederken, o anlaşılması zor bir itidal ile önemsizleştiriverir, kendi içinde kapatıverir konuyu.
İhtiyaçları olsun olmasın insanlara iyilik yapmak? Sorulur mu? Tabii ki onun işidir!.. Yaşlılar yurdunun müdavimleri bir melek görmüş gibi sevinirler kendisini gördüklerinde.
İhtiyacı olan bir aileyi duymasın!.. Yağmur-çamur, uzak-yakın olması değil, onlara ulaşmaktır onun için önemli olan. Onların ellerinden tutmak en büyük mutluluktur onun için...
Annesi, eşi, çocukları, torunları, kardeşi, akrabaları için kanatsız bir melektir!..
Ölümcül hasta hali ile bile sizin basit bir kırık çıkığınız için kalkar, bir yakınının desteği ile ziyaretinize gelir, defalarca telefonla arayarak sağlığınızı sorar. Öyle ki eksiğinizi farkeder, öğrenir, feyz alırsınız davranışından.
Hiç halinden şikayet ettiğini duyamazsınız kendisinden. Her zaman “ben çook iyiyim, asıl sen nasılsın?” der.
Kendi için değil... Başkaları için yaşar!..
***
50 yıla yakın bir süredir dosttuk.
Genç kız iken, birlikteydik.
Bir arkadaşımla evlendi, yine hep birlikte olduk.
Çocuklarım onun çocukları idi, onunkiler de bizim.
İyi günlerimizde, kötü günlerimizde hep birlikte olduk.
Görüşsek de birlikteydik, görüşemesek de!..
Hep vardı!.. Hep buralarda idi. Her istediğimizde ulaşabileceğimiz yakınlıkta.
***
Şimdi yok!..
Lanet hastalık!..
Doktorlar 6-8 ay vermişlerdi, o yine yanılttı herkesi!..
Yanılttı da neye yaradı?
16 ay süren bir eziyet.
El kol bağlı, çaresiz, kahredici bir bekleyiş.
480 gün... 480 gece..
Kaçınılmaz son’u beklemek!...
Her gün, her saat görmek istersiniz o’nu... Ama ayaklarınız geri geri gider... Yüreğiniz kaldırmaz..
Ağlamak, sarılmak, seni seviyorum, sakın kaybolma buralardan demek istersiniz... Bilmediğini bildiğiniz için diyemezsiniz...
Bilmediğini bilirken, içinizde bir yerlerde her şeyi çok iyi bildiğine ve etrafının oynadığı oyuna katıldığına kalıbınızı bile basabilirsiniz. Ama açık veremezsiniz...
İçiniz kan ağlar, yakıştıramaz, konduramaz, kabullenemezsiniz!..
Her akşam yatarken mırıldanarak şifa dilersiniz herşeye kadir olandan... Nafile!..
Her sabah kötü bir haber almadan uyandığınız için sevinmeniz mi gerekir, üzülmeniz mi? Bilemezsiniz!..
Çocuklarını görürsünüz etrafında pervane... Düşünürsünüz... Bin beterini yaşamaktadırlar sizin yaşadıklarınızın?
Annesine bakarsınız... Dokuz ay karnında taşıdığı, üstüne titreyerek büyüttüğü, 57 yıl birlikte yaşadığı kızı için bir umut arar gözlerinizde, puslu gözleri ile.
Eşi, bucak bucak kaçar gerçeklerden, gerçekleri konuşmaktan... Çelik gibi sanal bir kapsül yaratır kendine... Kendi dünyasına kapanmaya çalışır... Bypasslı yüreğinin kaldıramamasından korkar... Korumaya alır kendini...
***
Şimdi yok!..
Ama var!..
Hep de var olacak!..
Yalnızca alışacağım O’nu, ona ayırdığım yerde yaşatmaya!..
***
Kim mi?
Ne önemi var?
Canınızı sıkmak değil, çevrenizdekilere bir bakın istedim.
Bir başka bakın!..