David Ojalvo
Başlıktaki sorunun yanıtını en iyi, anne-babalar verecektir. Ailenin diğer üyeleri de, rolleri çerçevesinde sorunun cevabına katkıda bulunabilirler. Yazımda kendi perspektifimi sunmaya çalışacağım. Bu kez köşe yazımı okuduğum bir kitap, izlediğim bir tiyatro oyunu, medyada yer alan bir haber veya gezi tecrübeleri üzerine kurmuyorum. Üç yaşından dördüne, dostluk kurduğum bir çocuktan alıyorum ilhamı. Rize’deki mecburi hizmet sürecim üzerine paylaşabileceğim en anlamlı deneyimlerimden biri bu.
***
Çok değerli dostlarım, Çamlıhemşin’deki komşularımla tanışmam, Rize’ye taşındıktan altı ay sonrasını, Kasım 2009’u bulur. Böylece, memleketinizden, sevdiklerinizden uzak bir coğrafyada yaşamanın zor yönlerinden biri olan ‘yalnızlık’ dağılmaya başlar. Ara ara karşılaşmalarınız, tanıdıkça, sevdikçe düzenli görüşmelere dönüşür. Romanlarda, filmlerde anlatılandan çok daha güçlü bir komşuluktur bu; ailelerde hayat bulan manevi değerler de orada sizinledir.
Evin küçük kızı Nehir, o dönem üç yaşının sonlarına yaklaşıyordu. 2010 yılının Sevgililer Günü’nde dördüncü yaşından gün almaya başlayacaktı. Hayatında ilk kez karşılaştığı birini elbet yabancılaşmıştır ilk zamanlarda, çekingen davranmıştır. Sonrasında o da kendince tanımaya, alışmaya başlar. Üç yaşındaki bir çocuğun dilini öğrenirsiniz siz de. Üstüne üstlük bu öylesine saf, masum ve yargısız bir lisandır ki. İlgi bekler; çocuğun o uçsuz bucaksız oyun dünyasına dâhil oldukça, yürekler daha bir ısınır. Yaşa uygun olarak, dünyanın kuralını öğrenme süreci vardır. Oysa o kuralların sınırlarını zorlamak, yaramazlıklara ortaklık da bambaşka bir masumiyeti taşır. Yeri gelir kahkahalara boğulursunuz. Son iki yıl içerisinde atabildiğim en güzel kahkahaların da kaynağıdır Nehir. Pek tabii çocuğu yaramazlıklara yüreklendirmek istemezsiniz; ama çocukla birlikte gülerken, anne de ortak olur mutluluğa.
Çocuğun bitmek tükenmek bilmez enerjisine ayrıca hayran kalırsınız. Yastık savaşı, atçılık, ayıcığı yakalama, yapboz oynarsınız. Biri biter, diğeri başlar. Siz yorulursunuz, o “haydi haydi” der. Benim eve dönme saatim veya onun yatma saati gelince, Nehir’de gözyaşları belirir. Bazı günler gelir kapımı çalardı, bazı günler el ele bakkala iner, çikolata alırdık. Sevme zamanlarında, var gücüyle sıkardı boynumu; gözlüklerim kırılacak diye anne-babası endişe ederdi…
Nisan ortası İstanbul’a dönerken de en zor ayrılığım Nehir’den idi. Aynı zamanda hayat adına önemli bir öğretisi oldu onun.
***
Seneler geçtikçe Nehir büyümeye devam edecek. Anne-babası, ablası Deniz onun için en iyisini yapacaklar. Ben de kendi hayat yoluma devam edeceğim. Nehir ve çocuklar büyüdükçe yarınlar, bugün olacak. Aynı zamanda seçimler seçimleri izleyecek, siyasi-ekonomik tartışmalar sürecek, (belki) yeni savaşlar çıkarken barışa özlem sürecek. Nehir’den öğrendiğim, gelecek için karamsarlıktan uzak durmak. Ekonomik krizler çıkıyor, sınav skandalları patlak veriyor, eğitim-sağlık sistemleri değişiyor… Ülkemizde siyaset son derece basit tartışmalara, söz sataşmalarıyla dolu... Daha fazlasıyla işsizlik, hayattan memnuniyetsizlik söz konusu… Ve çocuklar büyüyor.
“Nasıl daha iyi bir dünya yaratabiliriz” sorusuna odaklanmalı. Siyasetin,üzerine kurulması gereken temel de bu değil mi? Toplumlar ve özellikler yarın için daha iyi sistemler, modeller yaratmak.Dile getirdiklerimi, inanıyorum ki çoğu okurumuz biliyor. Dünyayı az çok anladığımızı farz ediyorsak eğer, bir de dört yaşında bir çocuğun gözlerinden bakmaya çalışalım. Neler fark ediyor?
Çocukları ve onların geleceğini düşündükçe, yapabildiklerimiz, bugünlere ve kendi hayatlarımıza da anlamlı bir katkı sağlayacaktır.