Yıllar önce TUSIAD’ın Private View dergisinde bir yazım çıkmıştı: “Unchain the Bull (Boğa’yı Zincirden Kurtar)”. 1996 yılı, Türkiye’si enflasyonun % 90’larda seyrettiği, kamu borcunun tasarrufların tümünü emdiği, yüksek reel faizlerin borsaya geçit vermediği bir dönemdi. Ben de 10. faaliyet yılını kutlayan İMKB’yi zincire vurulmuş bir boğa gibi resmetmiştim.
İMKB’deki gelişmeler nihayet boğanın zincirlerini kırdığına işaret ediyor.
Kriz dönemi hariç bakarsak, 2007 ve 2008’de toplam on bir şirket, 2010’da 22 şirket, 2011’in ilk üç ayında da yedi şirket Borsa’ya gelmiş. 2007 ve 2008’de toplam 5,1 milyar dolar, 2010’da 2,1 milyar dolar ve 2011’de de 540 milyon dolarlık taze kaynak sağlanmış.
Üç tam bir çeyrek senede 40 şirket ve tam 7,7 milyar dolarlıközkaynak takviyesi!
Bu rakamlara elinde halka açık şirketlerin hisse senetlerini tutanların borsada tedavülü arttırıcı şekilde yaptıkları ikincil halka arzlar dahil değil.
Borsa, 25 yıllık yakın geçmişinde günlük işlem hacmi rekorunu 24 Şubat 2011 tarihinde kırmış: 3,1 milyar dolar... Ne oluyor?
Ulusal Pazar’daki 260 kadar şirketin toplam piyasa kapitalizasyonu en yüksek değerini 296 milyar dolar ile Aralık 2010’da yakalamış. 2011’in ilk çeyreğinde, hız denemesi yapmakta olan bankaların el freni çekildiği için, şu an bu değerin % 1 altındayız. Ancak, IMKB 30’daki bankalar dışındaki birçok şirket şu an tarihinde gördüğü en yüksek değerlerden alınıp satılmakta.
Çok iyi geçen 2010 senesinin mali sonuçları açıklanırken, 2011 beklentileri 2010’dan da iyi duruyor. Bu coşkuyla, şirketler borsada çift haneli ebitda (faiz, vergi, amortisman öncesi kâr) çarpanlarıyla değerleniyor.
Şimdi biraz durup değerlendirme zamanı:
Kamu sektörü borçlanma ihtiyacı göreceli olarak azalmaya devam ediyor. Reel faizler sıfıra yakın. Emeklilik fonlarında birikimler artmaya devam ediyor. Portföy yönetim şirketlerinin kontrolündeki fonlar artmaya devam ediyor. Yeni ticaret kanunu ile şirketlere borsadan kendi hisse senetlerini alabilme imkânı geliyor. Bağımsız yönetim kurulu üyeliği kabul görüyor; şeffafiyet prim yapıyor. Belki pek yakında Türkiye’ye (kronik cari açık sorununa rağmen) yatırım yapılabilir ülke notu verilecek. Ben derecelendirme kuruluşlarının öngörülerine pek saygı duymasam da, halen yatırımcıyı etkileme kabiliyetlerinin olduğunda mutabıkım.
10 – 15 sene önce esamesi okunmayan şirketler bugün yüz milyonlarca değerden borsaya gelebiliyorlar. Bu nasıl oluyor? Hikâyesi olan her şirket, 5 katı 7 katı taleple karşılaşıyor. Emeklilik fonları 8,5 milyar dolara, gayrimenkul fonları 9,2 milyar dolara gelmiş.
Halka açılmakla, mitoz bölünmenin önüne geçmek te mümkün (Bkz. 16 Mart 2011 tarihli Şalom yazısı). Aile şirketlerinde hisseler bir nesilden diğerine geçerken bölünüyor, şirketler kilitleniyor. Halka açılma bu işin emniyet supabı olabilir. Birçok kişiye göre, Koç ve Sabancı borsaya açık olmasalardı, 3. nesile geçişi bu kadar başarılı olmayabilirdi...
IMKB de SPK da halka arz seferberliği başlatarak bu yönde ciddi bir ivme yaratmaya çalışıyorlar.
Patron sınıfında da Borsa’nın algılanması değişti:
Eskiden, yüksek faiz ortamında şirketin % 15’ini halka açıp alınan ‘bedava para’ ile ‘küçük yatırımcının ağız kokusu’ arasında fayda maliyet analizi yapılırdı.
Şimdi ise borsanın ‘hayallerini gerçekleştirme aracı’ olabileceği anlaşılıyor. Acıbadem, Finansbank, TAV, BIM, BTT, TorunlarGYO, Kiler, Bimeks gibi şirketler halka açık olmasalardı, başarı hikayeleri aynı mı olurdu; bu değerleri elde edebilirler miydi; veya bugünkü boyutlarına ulaşabilirler miydi acaba?
Eskiden farklı olarak, Borsa’dan sağlanan fonlar bedava değil bilakis, ‘en değerli’ ve ‘en pahalı’ kaynaklar desek, yanlış mı olur?
Gün gelecek, Lübnan’ın, Mısır’ın, Azerbeycan’ın düzgün şirketleri, IMKB’de hisse senetleri kote etmek veya İstanbul’da yerleşik fon yöneticilerine yatırım fırsatlarını anlatmak için mekik dokuyacaklar mı acaba?
Gün gelecek, rekabet ve globalizasyon dolayısı ile konsolidasyona zorlanan sektörlerdeki bazı oyuncular, halka açık iseler şayet, hisse takası yapmak suretiyle ölçek büyütüp daha verimli olabilecekler mi?
Belki bazı şirketler, sadece halka açık olduklarından dolayı, kendilerinden daha büyük balıkları yutabilecekler mi?
İstikrarlı bir temettü politikası güden şirketler emeklilik fonları tarafından baştacı edildiğinde, “iyi ki halka açılmışız” diyebilecekler mi?
Son gelişmelerle, eski sermayenin küçük hissedara hesap vermenin antipatik olduğunu düşünedurduğunu, yeni sermayenin ise borsayı akıllıca bir kaldıraç olarak kullanıp büyümesine ivme kattığını görmemek mümkün değil.
Önümüzdeki dönemde, işadamlarımızın halka açılmakla sağlanacak fırsatlara daha yakından bakmaya başlayacağını tahmin ediyorum.
Başarılı şirketler borsaya geldikçe, alan da satan da kazanacak gibi.