Damlada Gizli Duran kitabımın adını Yunus Emre’nin bir dizesinden almıştım.
“Ya o sonsuz denizi / Damlada gizli duran”
Damladaki sonsuz deniz!
Kuşkusuz görebilene...
Bu sözler ne çok şey çağrıştırıyor; ancak bu dizeleri okuduğum ilk anda, Eski Mısır’daki değişik kaynaklarda okuduğum eriştirme törenlerini anımsadım. Birçok inanç ve düşün önderi, bu mabetlerde ezoterik eğitimlerini almışlar, daha sonra insanlığı aydınlatmada etkin olmuşlardır.
Eriştirme töreni şöyle aktarılıyor:
Adaylar önce İzis Tapınağı’na götürülürmüş. Kapısında oturmuş durumda, dizlerinde kapalı bir kitap, yüzü de örtülü bir İzis heykeli bulunurmuş. Heykelin altındaysa şu sözler yazılıymış: “Yüzümdeki örtüyü hiçbir ölümlü kaldıramadı!”
Bir ölümlü, örtünün altında gizli olan gerçeğe ulaşamayacağına göre, aday ölümsüz olabilmek için kendini hazırlaması gerekiyormuş. Bu hazırlık da yıllar sürermiş. Ateş, su, şehvet sınavlarını atlattıktan sonra, aday diri diri mezara gömülür, kendi ruhuyla baş başa bırakılırmış. Bütün bu tehlikeli ve çileli sınavlardan sonra, başarılı olanlar Büyük Rahip’in ağzından Hermes’in sırlarını öğrenirmiş. Hermes’in öğrencilerinden Askelopis, bu sırları açıklamasaydı, belki bu güne kadar bunlar gizli kalacaktı. Anlatılan gerçek, şudur:
“İnsanlar ölümlü tanrılardır, Tanrılar da ölümsüz insanlar... Eşyanın dışı, içi gibidir. İçle dış arasında hiçbir ayrılık yoktur. Küçük, büyük gibidir. Küçükle büyük arasında hiçbir ayrılık yoktur. Evrende hiçbir şey ne iç, ne dış, ne küçük, ne büyüktür. Bir tek yasa ve o yasanın gördüğü bir tek iş vardır. Bu sözlerin anlamını anlayan, gerçeği görür.”
Peki, bu gerçeği öğrenen neden saklarmış?
Baş Rahip, nedenini şöyle açıklarmış:
“Her akıl bu gerçeği kavrayamaz. Büyük sırrı gönlümüzde saklayarak eylemlerimizle söyleyelim. Bilim gücümüz, insan kılıcımız, sükût kalkanımız olsun. Ufaklıklar ki büyük çoğunluktur, ya aptal ya da kötüdürler. Aptalsalar, bu gerçek karşısında akıllarını büsbütün yitirirler. Kötüyseler, bu gerçeği kötüye kullanarak büsbütün kötülük ederler. Gerçeği gizlemekten başka çıkar bir yol yoktur. Bilmek, bulmak, susmak gerek.”
Bir süre önce yazdığım bu kısa şiir, düşünce ve sezgi ufkumuzu genişletebilir:
Ömrün yetmese de çözmeye / Damladaki okyanusu,/ Tanrı’yı insandaki...
Sakın durma, ara!
Tolstoy, bir tren istasyonunda, köylülerin kolları arasında yaşama gözlerini yumarken son sözleri şöyleydi:
“Aramak... daima aramak!”
Sözlerimize son noktayı koymadan, Halil Cibran’ın söyledikleri üstünde uzun uzun düşünebiliriz:
“Denizin sırrını, çiğ damlası üstünde düşünürken buldum.”