Geçtiğimiz ay AK Parti MKYK üyesi Mutlu Alkan Kütüklüoğlu’nun daveti üzerine Tuna Alkan ve Alber Ender arkadaşımız ile birlikte bir akşam yemeğine katıldık. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Y. Mimar Kadir Topbaş’ın himayesinde 25-30 kişilik bir gruba verilen yemekte İstanbul konuşuldu; birinci ağızdan bu şehrin gelişmesini, rakamlarını, zorluklarını ve hedeflerini duyduk. Etkilendiğim bu toplantıda konuşulanları biraz paylaşmak istedim...
İstanbul’un çekim gücünü hissetmeyenimiz yoktur. Ortaköy Feriye Lokantası’nda, önde Ortaköy Camii’nin ışıl ışıl parlayan silueti, arkada Boğaz Köprüsü’nün yaşlanmayan zerafeti ile tattığımız İstanbul görüntüsü en az yemekler kadar lezzetli idi.
Katılımcılar arasında Ankara ve İstanbul’dan tanınmış iş insanları, çeşitli sivil toplum kuruluşları yöneticileri ve bazı azınlık cemaatlerine mensup İstanbullular vardı. Ortak payda İstanbul olduğu için, televizyonlardaki gibi karşıt görüşlü insanların tartıştığı politik bir ortam olmaktan çok uzaktı. Bir ara alkol tüketme yaşının 24’e çıkartılmasına tepki olarak ıksırma tıksırma polemiğine girilir gibi oldu ise de, aslında bu uygulamanın kısmen yanlış anlaşıldığı kısmen de ABD gibi ileri demokrasilerde de olduğunun teyit edilmesi üzerine konular tekrar İstanbul’a odaklandı.
AKP’nin enteresan açılımları var. Mutlu Hanım’ın bu girişimi sayesinde, şimdiye kadar takriben 75 kez benzer bir ortamda 3,500 kadar katılımcıyı ağırlamışlar; her defasında partinin veya hükümetin önde gelen bir ismini katılımcıların sorularına muhatap etmişler. Bu davetlerin 24 tanesine de Kadir Topbaş bizzat iştirak etmiş. Toplantıların amacı AKP’nin zaman zaman yanlış anlaşılmaya sebep olabilecek imaj kaymalarını düzeltmek. Her ne kadar ‘atış serbest’ deseler de, İstanbul’un her geçen gün artan cazibesine kapılan katılımcılarda genelde toplantıda hakim olan hava ‘takdir ve teşekkür’ şeklindeydi.
Otelleri ve büyük enerji yatırımları ile tanınan bir iş adamı bir ara Kadir Başkan’a enteresan bir yorum yaptı: Başkan’ın icraatlarından dolayı popülaritesinin % 80’lerde olduğunu ancak, mensubu bulunduğu partinin genel politikalarından dolayı bunun sandıkta % 40’larda kaldığını söyledi.
Bazı katılımcıların geç kalmasından ve bundan trafik sorununu sorumlu tutmasından olsa gerek, Belediye Başkanı konuşmasının büyük bir kısmını İstanbul’un trafik çilesine yönelik olarak gerçekleştirmekte oldukları çözümlere ve yatırımlara ayırdı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin rakamları bu şehri yöneten Sayın Topbaş’ı Türkiye’nin en büyük holdinglerinin CEO’ları ile benzer bir boyuta taşıyor: İBB’nin 2011 konsolide bütçesi tam 18 milyar TL. Bunun takriben 1/3’ü İBB’nin kendi harcamalarından, bir o kadarı İSKİ ve İETT’nin bütçelerinden, yine bir o kadarı da literatürde BİT diye bilinen ŞİRKETLER’den oluşuyor.
Topbaş’ın verdiği istatistik kitapçığına göre, İstanbul’a belediye başkanlığı yapan Nurettin Sözen döneminde 1.5 milyar dolar, Tayyip Erdoğan döneminde 4 milyar dolar, Müfit Gürtuna döneminde 5.5 milyar dolar, kendi döneminde ise tam 20.6 milyar dolar yatırım yapılmış; son beş senede 90 bin kişiye de yeni iş imkânı verilmiş.
Yapılan ihalelerin ve verilen işlerin hesabı şeffaf olarak internette yayınlansa, Başkan’ın popülaritesinin %100’e çıkmaması için sebep yok.
İBB bütçesinin takriben yarısı ulaşım hizmetlerine aktarılıyor. Gerçekten de, bir ucundan diğer ucuna 120 kilometrelik bir mesafeyi kapsayan İstanbul’un ulaşım konusu bir gayya kuyusu. 2004 - 2010 yılları arasındaki yedi senede İstanbul’un ulaşımına tam 12 milyar dolar para harcanmış. Bu rakamın 4,5 milyar doları ağırlıklı kavşak yatırımlarına, 4,5 milyar dolarlık kısmı da raylı sistemlere ayrılmış.
İstanbul’da toplu taşıma araçlarını kullanan yolcu sayısı 2004 senesinde günde 6,2 milyon kişi iken, bu sayı 2010 yılında 10,3 milyon kişiye çıkmış. Metro henüz 80 kilometreyi gidip gelirken, Topbaş’ın ifadesine göre raylı sistemlerin kapsama alanı 640 kilometreye çıkacak.
Finans merkezi olma hedefiyle Ankara’daki bazı kurulların İstanbul’a taşınması kararının değişimi hızlandıracağı bir gerçek.
İstanbul’da doğup büyüyen Topbaş, kendi ifadesine göre, çocukluğunda gayrimüslimlerin bol olduğu mahallelerde büyümüş. Kendisini iş-kolik olarak tanımlıyor. Başbakan’la 38 yıllık kadim bir dostluğundan söz ediyor.
Olağanüstü bir gelişim gösteren İstanbul’un nüfusu da olağanüstü bir değişim göstermekte. 1900’lerde 950 bin mertebesinde olan nüfus, özellikle cumhuriyetin ilk yıllarına doğru önemli bir azalma göstermiş ve 1927’de 700 binlere kadar gerilemiş. O dönemde 200-250 bin kadar gayrimüslim olduğu düşünülürse, İstanbul’da yaşayan her 3-4 kişiden birinin Türkçeyi aksanlı konuştuğu dönemlerin çok da uzak olmadığını bugün zor anlıyor insan. 1950’de tekrar 1 milyon düzeyine ulaşan nüfus, sonra her 5 senede takriben 300 bin artarak 1960’ta 1,5 milyona, 1970’te 2,1 milyona ve 1980’de 2,8 milyona ulaşmış. Bugün ise 13 milyon...
Başka bir ifadeyle, son 30 senede İstanbul’a 10 milyon kişi ilave olmuş. Bunun 4 milyonu son 10 senede gelmiş. 4 milyon dediğin, büyükçe bir Avrupa şehri...
Ne zaman “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı...” desem, gözümü açtığımda yepyeni insanlar, yepyeni yerler ve yepyeni kurallar görüyorum hep.
Başdöndürücü bu değişimin sonucunda hem eski İstanbul’u yaşatabilmek hem de yeni İstanbul’un büyüyen sorunlarına yetişebilmek gerçekten zor.
Aşk ve nefreti bir arada tatmak gibi bir his: İstanbul’u gerçekten seviyorum...