<p class="MsoNormal"><span _extended="true">Nasıl oluyor da, bir yandan derecelendirme kuruluşları not düşürüyor ve devam eden olumsuz beklentilere işaret ediyor, diğer yandan da dünya borsalarında çıkışlar sürüyor?</font></span></p>
Son iki senedir dünyayı etkisi altına alan küresel kriz sayesinde ekonomi yazarlığı yapmak kolay oldu. Bir malzeme bir malzeme... Uzun süre, küresel krizde dip yapan borsaların hangi şekilde geri döneceği üzerine “harf-toto” oynandı. ‘L’ mi olacak, ‘V’ mi olacak yoksa ‘W’ mi? Bu tartışmalar devam ederken, konu şekil değiştirdi: Küresel kriz, yerini ‘gelişmiş ekonomilerin borç krizi’ne bıraktı.
Krizin başlangıcından bugüne geldiğimizde, borsaların büyük ölçüde toparladığını hatta kriz öncesindeki seviyelerini bile geçtiğini görmekteyiz. Yılın son haftasında, Londra Borsası’ndaki ‘Tüm Dünya’ endeksi, Lehman Brothers’in çöküşünden önceki seviyesini geçti. Yani genelde borsalar ‘V’ şeklinde bir geri dönüş yaptılar desek, pek başımız ağrımaz. Hatta Çin ve Brezilya gibi ülkelerin performansını tarif etmek için başlangıç noktasından daha yüksek bir noktada biten “?” işaretini kullanmak ‘V’ harfinden daha doğru olacaktır.
Bu arada, hastanın ateşi çıktıktan sonra ateşi çıktığını söyleyen doktor misali, Fitch derecelendirme kuruluşunun Portekiz’in kredi notunu aşağıya çektiği de dikkatlerden kaçmadı.
Nasıl oluyor da, bir yandan derecelendirme kuruluşları not düşürüyor ve devam eden olumsuz beklentilere işaret ediyor, diğer yandan da dünya borsalarında çıkışlar sürüyor?
Amerikan Merkez Bankası Fed’in bilançosunu büyüterek, piyasayı likiditeye boğmasını eleştirenler çok. Bence, yapılması gerekeni yapıyor.
2010’un son çeyreğinde küresel krizin yarattığı sis perdesi dağıldıkça, 2011 beklentileri de netleşmeye başlıyor.
Gelişmekte olan BRIC ülkelerinin, krizin etkilerini çok çabuk atlattıkları, ekonomik büyümelerini hızla devam ettirdikleri; ABD’nin usul usul toparlamaya başladığı; öte yandan, Avrupa’nın borç sorunları ile mücadele edecek bir altyapısı olmadığından dolayı, toparlanmada aksak kalacağı ana başlıkları, daha fazla belirginleşiyor.
Küresel krizi daha çok Amerikan bankalarının bilançolarındaki ‘toksik varlıklar’ tetiklerken, esas kazazedelerin Avro bölgesindeki zayıf ekonomiler olduğu şimdi daha iyi gözüküyor.
Nitekim Fed’in ‘batan geminin malları’ olmaktan kurtardığı Citibank ve General Motors’dan karlı bir şekilde çıkması, kaybolan değerlerin geri geldiğini açıkça gösteriyor. Gelecek sene AIG’nin halka arz edilme projesi de olumlu sonuçlanırsa, Fed’in kriz döneminde (ve halen devam eden) para pompalama projesinin aslında başarılı olduğu daha iyi gözükebilir.
Oysa Avrupa’da İzlanda, İrlanda, Yunanistan, Portekiz derken şimdi İspanya ve sonra İtalya’nın da çember içine alındığı ve borçlanma maliyetlerinin giderek arttığı bu gidişatın sonu nereye varacak, bilinmiyor.
L’Avrupa V’Amerika karşılaştırmasını yaparken, bu gelişmiş ekonomilerdeki sorunların kaynağına daha dikkatli bakmak gerekiyor:
Amerika’daki kriz esasında varlık fiyatları ile ilgili bir sorun. Bunun da temelinde konut fiyatları yatıyor. Teorik olarak, konut fiyatları eski fiyatlarına geldiği takdirde, milyonlarca Amerikalının konut kredileri ‘batak’ olmaktan çıkıyor; bankaların bilançolarında büyük zararlar doğmuyor; finansal sistemdeki öz kaynak erozyonu kısa sürede telafi oluyor ve hayat normale dönüyor. Tabii işsizlikteki artış da, büyümeye geçen ekonomi ile hızla toparlanıyor.
Oysa Avrupa’da durum farklı. Aşırı borca batmış olanlar (Amerika’daki gibi) hane halkı değil, devletler.
Sırtını Euro’ya dayamış, altyapısını AB fonları ile inşa etmiş, üretimi azalmış, yazlık evleri İngiliz taksi şoförlerine satmak üzere kurulu zenginleşme stratejilerine dayanan ülkeler köşeye sıkışmış durumdalar.
Bununla bitmiyor. Euro şemsiyesi altında, gerçek risk primlerinin çok altında yıllarca sorunsuz ‘dönderilen’ borçların, şimdilerde hem pahalılanmış, hem de dönderilemez hale gelmiş olduğu görülüyor.
Zayıf olan AB ülkeleri gelir gider dengelerini düzeltmek için daha fazla vergi salmak ve kamu tarafından sağlanan hizmetleri azaltmak zorundalar.
Ya Euro’dan çıkartılacaklar, ya da kemer sıkacaklar. Ya kırk katır, ya kırk satır.
ABD’nin bol para politikası bütün dünyada varlık fiyatlarının artmasına yol açıyor. Eminim, İstanbul’daki emlak fiyatlarında bile Fed’in piyasalara sürdüğü dolarların etkisi vardır. İstenilen de bu ki, ABD’deki emlak fiyatlarının göreceli olarak ucuz kaldığı noktada, dönüş başlasın. Konut satın almaları artsın, bilançolar düzelsin, Fed verdiği paraları geri alsın, enflasyon oluşmadan hemen önce faizler accık burnunu yukarı kaldırsın.
Amerikan vatandaşları, kendi borçlarını ödemek için kemer sıkıp, kaybetmek üzere oldukları evlerini yeniden kazandıkları takdirde, mutlu ve moralli olacaklar.
Oysa AB vatandaşları, bedava üniversite imkânlarının, erken emeklilik haklarının, ücretsiz sağlık sigortalarının, haftada 35 saat çalışıp senede 6 hafta ücretli tatil yapma şanslarının ellerinden alındığını gördükçe, mutsuz ve kızgın olacaklar.
Euro-Dolar paritesi bu beklentileri yansıtmaya başladı bile.
Avrupa Birliği de kendi IMF’sini kurup gerektiğinde Euro pompalamayı becerse bile, kültürel farklılıklar, ulusal çıkarlar ve politik imkansızlıklar söz konusu olduğundan, Avrupa’nın toparlaması biraz daha zor olacak.
Sıcak paralar, Fed’in geri çekilmeye başlamasına kadar, arsaya ve borsaya akmaya devam edecek.
Bu vesile ile Şalom okurlarına, sağlık, barış, huzur dolu ve bol kazançlı bir 2011 diliyorum.