Bir bilen anlatsın. Son zamanlarda artan bir sıklıkla yazılıp çizilen kur meselesi kafaları karıştırmaya başladı. Ben de meseleyi bir akıl süzgecinden geçirmek istedim ama sadece kafam karıştı.
Son altı aydaki gelişmelere şöyle kuşbakışı bir bakalım:
Yakın bir zamana kadar, yabancı bankaların araştırma raporları ve ekonomistler, ‘cari açığa dikkat’ dediler. Neden? Çünkü ekonominin canlanması ve güçlü TL ile eskiden olduğu gibi dış ticaret açığı ve dolayısıyla cari açık artmaya başladı. Bu sene 35 milyar dolar mertebesinde cari açık bekleniyor.
Ardından, “Dış açığın finansman kalitesi bozuldu” dedi ekonomi yazarları. Uzun vadeli borçlanmalar ve özellikle özsermaye türünden fonlar yerine, ürkek ama fırsatçı sıcak para gelmeye başladı dediler.
Bu esnada Başbakan, referandum, seçim derken, gerekirse kesenin ağzını açabiliriz düşüncesiyle Mali Kural’ın kanunlaşmasını da durdurunca endişeler arttı. Artan cari açık ve sıcak para, eksiye yakın reel faizler, sanki TL’nin ani bir şokla değer kaybedebileceği beklentisini yay gibi gerdi.
Türkiye ne zaman hızlı büyürse, tüketim ve yatırım malları ithalatı azar, dış sermaye içeri doğru hızlıca akardı... Daha doğrusu, ne zaman sermaye dışarıdan içeriye doğru aksa, o zaman Türkiye’nin büyümesi güçlü olurdu... Dış kaynak ile büyüme arasındaki ilişkiyi kurmak, hiç zor değil bu yüzden.
Çok geçmedi, olay tersine döndü.
Politik istikrar beklentisi, referandumda çıkan evet oyu, Türkiye’nin parmak ısırtan büyüme rakamları, TL’nin değer kaybedebileceği endişesini şimdilik gömdü. Reel faizlerin neredeyse eksilerde olmasına rağmen, bütün dünyadaki yavaşlama ortamı, Türkiye’yi cazibe merkezi yaptı; kronik dış açıkların gerektirdiği kaynakları çekebilmek için yıllarca sürdürülen yüksek faiz- düşük kur olgusu terk edildi; dış tasarruflar ‘büyümenin çekim alanı’na kapıldı.
Şimdi aniden güçlü TL’nin kapsama alanına girdik. Neden olmasın? Güçlü ülke, güçlü para...
Önce, “Rezervleri 75 milyardan 100 milyar doların üzerine çıkartın” dedi Başbakan. Bu talimat ekonomi yazarlarını meşgul etti bir süre. (Bu arada, 100 milyar dolar iyi bir rezerv. Ülkeye sıcak para akıtmak isteyenler, o kadar rezerv varken devalüasyon olmaz, diye düşünüp daha rahat yatırım yapabilirler).
Ekonomi biraz daha canlansın diye, “Faizleri düşür“ dedi Başbakan. Merkez Bankası gecelik faizleri bir dirhem düşürdü, ama bağımsızlığıma toz kondurmam diyerek, baskı altında hareket etmediğini de vurgulamaya çalıştı. Zira zaten düşük faizler.
Bir aralar bankalara da “Daha çok kredi verin” diye telkinde bulunmuştu Başbakan. Gerçekten de, son çeyrekte bankalar iki milyon kişiye 25 milyar TL kredi verdiler. Böylece, on milyona yakın tüketici, 102 milyar TL kredi kullanır oldu bankalardan. Ekonomi coşar adımlarla büyümeye başladı.
Eskiden güçsüz TL vardı; en ufak kıpırtıda aman sermaye kaçar, devalüasyon olur, sonra da enflasyon fırlar diye yüksek faize yatılırdı. Yüksek faiz, iki yakasını bir araya getiremeyen kamunun borç sarmalından çıkmasını engelliyordu.
Şimdi güçlü TL var; arkasında rezerv desteği olan, Türkiye’nin büyümesi için gerekli fon akışını cezbeden, likiditesi bollaştıkça faizleri aşağıya çeken bir Türk Lirası.
Genelde, tasarruf fazlası olan ülkelerin paraları değerlenir. Bu ülkeler, dış dünya ile ticaretlerinde fazla vererek elde ettikleri tasarrufları hem iç yatırıma yönlendirirler hem de başka ülkelere yatırırlar. Bu yüzden, devalüasyon riski taşımazlar ve hatta paraları değerlenir. Japonya ve İsviçre şu an için dünyada paraları en çok değerlenen ülkeler arasında yer alıyor. Çin de tasarruf fazlası veriyor ama Yuan’ın değerini fazla yükseltmeyelim de her yıl işgücüne katılan 50 milyon insana iş yaratalım diye taklalar atıyorlar. Japonya’da değerli Yen neredeyse hükümeti götürecek yakında.
Brezilya’nın Başbakanı Lula da aynı dertten muzdarip: %10.75’lik faiz ve % 7’lik büyüme performansı dolayısı ile Brezilya’nın para birimi Real en yüksek seviyesine gelmiş. Her gün döviz alıyorlar, yine de tık demiyor Real. Şimdi bir de 65 milyar dolarlık Petrobras özelleştirmesin-den gelecek dövizler var ki, başa bela. Brezilya da dış ticaret fazlası veriyor bu arada.
Bir yanda ihracatçılarımız, bu kurlarla biz rekabetçi olamayız diye feryat ediyorlar; diğer yanda Başbakan, güçlü TL gururumuzdur diyor. Fırsat varken, derecelendirme kuruluşlarına da ara ara, “Notumuzu arttırın” demekten de geri kalmıyor.
Kur seviyesi ne olmalı bilemiyorum ama beklenti yönetiminde mutlak bir başarı olduğu aşikar.
Elin oğlu ucuz emek veya yüksek teknoloji kullanıp dış ticaret fazlası verdikçe değerlenen paralarını nasıl düşürürler diye düşünedursun, biz etten petrole, ham maddeden yatırım malına kadar her şeyi ithal etsek dahi paramız değerleniyor...
Bir bilen bana anlatsın bu nasıl oluyor?
Bir aralar uzun süre cari açık vermesine rağmen parasının değerini düşürmeden götürebilen ve tüketimini tüm dünyaya finanse ettirebilen bir ülke vardı: Amerika.
Şimdilerde de sıra bizde olsa gerek.