Geçtiğimiz iki hafta boyunca gemi baskını olayı gazetelerin ön sayfalarında tüm şiddeti ile yer alırken, ekonomi sayfalarındaki köşe yazarları, “ne olacak bu Euro’nun hali?” mealinden konuları işlemeye devam ettiler.
Her ne kadar gelişmiş istatistikler ve makroekonomik modellemeler ile pozitif bir bilim dalı gibi görünmeye çalışsa da iktisat, aslen sosyal bilimler arasında yer alan bir konudur. Yani iktisat kuramları, Newton’un yerçekimi kadar kat’i ve net değildir.
İktisatçıların başarılı olması için, hayatın akışı içerisinde oluşan beşeri davranışların ‘sebep-sonuç’ ilişkilerini iyi tespit etmeleri, mümkünse bunu tutarlı bir teori haline getirmeleri, ardından da ekonomik aktörlerin gelecekteki rasyonel davranış biçimlerini tahmin etmeleri gerekmektedir. Geleceği tahmin edebilen iktisatçılar, çok para kazanabilmekte ve belki de kazandırabilmektedir.
Öte yandan, iktisat ilmi, aniden ortaya çıkabilen finansal ya da politik krizleri önceden tahmin edebilmekten acizdir. Dün soluksuz yükselen bir piyasanın bugün neden çakıldığını anlamak ya da anlatmak gerçek bir iktisatçının harcı değildir. Bir iktisatçı size, olsa olsa, fiyatların sürekli düşüşünün veya sürekli çıkışının ‘sürdürülemez’ bir durum olduğunu söyleyebilir.
Piyasalara duyulan güvenin kaybolması ile patlak veren küresel krizin ilelebet bizimle beraber olacağını kimse tahmin etmemektedir. Tahminler sadece ‘kriz’ kelimesinin kullanılmasının ne zaman biteceği üzerinedir.
Aniden çıkan politik krizlerin ardından, iki ülke arasında gelişerek seyreden çok yönlü ve rasyonel (karşılıklı menfaate dayalı) ilişkilerin tamamen kaybolmasına yol açacağını iddia etmek de, sürdürülebilir bir denge değildir. En azından, bir iktisatçı olarak bir süre sonra kriz durumunun ve dolayısıyla oluşan ‘şok etkisi’nin geçeceğini ve durumun normalleşmeye başlayacağını söylemek gerekir.
İlişkilerin normale dönmesi istenmediği takdirde, ambargo ve yaptırım gibi kavramlar devreye girebilir.
Nitekim Kuzey Kore, İran, Küba, Libya, Sudan, Gazze ve hatta KKTC de bir şekilde ambargolar ile durdurulmaya çalışılmıştır. Ambargo koyanlar, ambargoya tabi tutulanı ekonomik ve politik açıdan zayıflatmak, direncini kırmak ve taşkınlığını durdurmak amacını taşırlar.
Kurunun yanında yaş ta yandığı için, adaletsiz bir uygulama olan ambargolar genelde yaptırım uygulanan ülkelerde mazlumları bir arada tutmaya yol açar. Dış düşmana karşı birlik ve dirlik duygusu pekişir. Bir müddet sonra, ambargo’ya sebebiyet veren olaylar arka plana düşer, geriye düşmanlık kalır.
Her şeyden önce, bir iktisatçı temel soruları sormak zorundadır: Ambargo neden konmuştur? Halen gerekli midir? Gerekli ise, kurunun yanında yaş’ın da yanmaması için ne gibi önlemler alınmaktadır? Herhangi bir önlem almak mümkün müdür?
Diğer taraftan, insani yardım yapmak için yola çıkılırken, ‘ya hep ya hiç’ tarzında bir kararlılıkla yola çıkılmasının anlamı nedir? İnsani yardım kurumlarının topladıkları paraların sosyal faydaya dönüşmesi esas ise, bu örnekte sağlanan sosyal fayda ne olmuştur? Sonuç değerlendirmesinde bu insani yardım girişimi hangi yaraya merhem olmuştur? İnsana yardım etmek amacı ile gemilere doldurulan malzemeyi hibe edenler, kutsanması gereken insani yardım vecibelerini yerine getirirken, böylesine elim bir sonucu hiç mi düşünememişlerdir? Şu anda, ihtiyaç sahibi insanlara yardım etmiş olmanın hafifliğini hissedebilmekte midirler?
İktisat ilmi, insanların ‘rasyonel’ davranışlarını ölçümlemeye ve gözlemlemeye odaklanmıştır. Adam Smith’in dâhiyane bir şekilde adlandırdığı ‘görünmeyen el’i, serbest piyasa mekanizması, arz talep dengesi sonucunda fiyat oluşumu, insanların davranışlarını fiyatlara göre düzenlemesi ve benzeri olgular rasyonel davranışlar olarak kabul edilmektedir.
Eldiven içinde demir yumruk barındıran eylemler, ambargolar ve yaptırımlar, rasyonel olmayan davranışlar, iktisatçıların geleceği tahmin ederek kredibilite kazanmasını zorlaştırmaktadır.
İşte bu yüzden, iktisatçılar ‘etliye sütlüye’ fazla girmeden, ne olacak bu Euro’nun hali mealinden köşe yazılarına devam etmektedir.