Sınır Ötesi Harekât Zamanı

<p><span dir="ltr" _extended="true">Rekabet etmeyi, yenilik sunmadan anlamsız fiyat kırarak pazar payı kapmak zanneden Törkiş girişim üstatları, biraz gelecek planlaması yapın. </font></span></p>

Metin BONFİL ŞalomDergi
21 Nisan 2010 Çarşamba

Türkiye sınırları dışına henüz çıkmamış şirketler, hele bir dinleyin... 1980’lerden bu yana liberalleşen ekonomi sayesinde palazlanmış ey Türk şirketleri, duyduk duymadık demeyin. Son beş senede hisse değeri 5 kat artanlar, AVM patlamasıyla cirolarını beşe katlayan perakendeciler, gayrimenkul furyasından büyük değerler yaratan müteahhitler, siz de geri kalmayın. ‘Kentleşmiş tüketici’ye odaklanan bankalar, öne çıkın. Prim üretimi her yıl artan sigorta şirketleri, arkalarda kalmayın. Ön sıralarda oturan müteahhit şirketlerin omzundan bakıp biraz görün olan biteni... Kontrolü çok uluslu şirketlere geçmiş olan şirketler, siz de dışarıda kalmayın tabii. Sözümüz 100 milyon TL’nin üzerinde cirosu olan şirketlere ama diğerleri siz de şimdilik bir dinleyin...

Rekabet etmeyi, yenilik sunmadan anlamsız fiyat kırarak pazar payı kapmak zanneden Törkiş girişim üstatları, biraz gelecek planlaması yapın.

Avuç boyunda doğranmış domatezle, iki salatalık ve üç zeytinin üzerine bir dilim feta çiiz attırıverip yıllar yılı bundan ekmek yiyen komşumuzun düştüğü durumu iyi değerlendirin.

Hangi stratejilerin çöktüğünü, hangilerinin umut vaat ettiğini daha iyi anlayın.

Kendinize şu üç soruyu sorun: Bir, satışlarımın ne kadarı kendi markamla, ne kadarı başkasının markasıyla (örneğin, fason) yapmaktayım? İki, satışlarımın ne kadarını nihai tüketiciye kendi satış kanallarım vasıtasıyla yapmaktayım?

Üç, Satışlarımın ne kadarını Türkiye’de ne kadarını Türkiye dışında gerçekleştirmekteyim?

Şirket doktorunuz diyor ki, eğer kendi markanızla, hem yurt içinde hem de yurt dışında müşterinize direkt olarak ulaşmakta iseniz ve de kârlı bir şekilde büyüyebiliyorsanız, şirketiniz altın kıymetindedir; değilseniz, düşük maliyet dışında rekabet şansınız yok gibidir.

Türkiye’deki yatırım olanakları henüz bitmedi, neden bilmediğim diyarlarda maceraya gireyim ki, diyorsanız, oyunun bir sonraki perdesinde zorlanmaya hazır olun.

Artık sadece Türkiye hudutları içinde iş yapma dönemi bitmiştir. Türk şirketleri açısından devir, ‘bölgeselleşme’ devridir.

İçinde bulunduğumuz pazar, artık Türkiye ile sınırlı değildir. Bugünün en başarılı Türk şirketleri, geleceklerini bölgesel hatta küresel oyun planı üzerine kurmaktadırlar. Efes, Arçelik, Enka, Fiba, Turkcell, TAV, Eczacıbaşı ve Ülker gibi güzide şirketler, rotalarını çoktan bu yöne çevirmiş ve bölgesel güç olmaya anlam kazandırmış şirketlerdir.

Büyümek isteyen Türk şirketleri için ilk etapta ‘hedef pazar’ tanımı, İstanbul’u merkez alarak üç saatlik uçuş mesafesi yarıçapında bir daire olarak çizilmek durumundadır.

Türk dizilerinin Romanya, Yunanistan, Özbekistan, Lübnan ve Dubai dahil, bölge ülkelerinde yarattığı kültürel açılım, yabana atılır bir fırsat değildir. Türk havayollarının her yıl büyüyen filosu ve artan uçuş noktaları ile Türk iş adamına sunduğu kolaylık, hatırı sayılır bir rekabet avantajıdır.

‘Stratejik derinlik’ söylemi, henüz içi doldurulmamış olsa da, iş dünyasına yön verecek niteliktedir.

Türkiye’ye ilgi duyan yatırımcılar, artık Türkiye’yi sadece bir pazar olarak değil, aynı zamanda yukarıda tarif edilen pazarda büyümeyi gerçekleştirecek bir ‘platform’ olarak görmektedirler. Yurt içinde iş modellerini geliştirmiş ve yurt dışında iş yapma becerisini kısmen de olsa elde etmiş Türk şirketleri yatırımcıları en çok cezbeden şirketler olmaktadır.

Finansal krizin ardından, yaralar sarılmakta ve oyun planları yeniden yazılmaktadır. 2003-2008 yılları arasında üçte biri Rusya’ya olmak üzere, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine 550 milyar Dolar direkt sermaye girişi olmuştur. Bu para girişiyle, Orta ve Doğu Avrupa’daki gayrimenkul sektörü havalanmış ve büyük bir tüketici kitlesi harekete geçirilmiştir. 

Batı Avrupa dışındaki bu bölgede 310 milyon nüfus bulunmaktadır.

Son finansal kriz, Avrupa’dan bu bölgeye uzanan ve gerek sermaye gücü gerekse teknolojisi ile şimdiye kadar Türk şirketlerine göre rekabet üstünlüğü sağlayan şirketlerin gücünü azaltmıştır. Keza, borçlanma sınırlarını zorlayan Avrupa hükümetlerinin de şirketlerinin yeni pazarlara açılımını destekleyecek takati fazla değildir.

Irak, Suriye, Libya, Dubai gibi ülkelerde ise, Türk müteahhitlerinin üstlendiği işlerde kazanılan paraların zamanla uzun vadeli yatırımlara dönüştüğü, yeni yapılan alış veriş merkezleri ve otellere Türk şirketlerince sahip olunduğu, yeni havaalanlarının Türk şirketlerince yönetildiği, yeni lojistik merkezlerin Körfez sermayesi desteği ile Türk şirketlerince kurulduğu örnekler giderek artmaktadır.

İşte bu yüzden, son beş senede Türkiye’ye giren yabancı sermayeden nasibini alan, sağlam temeller üzerinde gelişen Türk şirketleri için yurt dışında şirket satın alma fırsatları artık bir anlam kazanmış durumdadır.

Hâlihazırda, Türk şirketlerinin bu hedef pazar içerisinde hatırı sayılır miktarda mağazaları veya (daha az sayıda) üretim tesisleri olmakla beraber, genelde iş modelleri içerisinde ‘bölgesel’ büyüme vizyonu henüz benimsenmemiştir.

Belki de, ‘bölgesel güç’ olmak için bugünden daha iyi bir fırsat zor bulunacaktır.

Önümüzdeki beş senede Türk şirketleri civar ülkelere ciddi şekilde yayılmadıkları takdirde, bu pazarları Hintli ve Çinli firmalara kaptırmaları kuvvetle muhtemeldir.

Türk firmalarının, girdikleri yeni pazarlarda yol yordam bilen, gelişme potansiyeli olan şirketlere ortak olmaları veya satın almaları vakti gelmiştir. Bunun için gereken kaynak uzakta değil, İstinye’nin sırtlarında ve Büyükdere Caddesi’ndeki bankalarda mevcuttur.

Duyurulur.