Standard & Poors olarak adlandırılan kredi derecelendirme kuruluşu Türkiye’nin notunu yükseltmiş.
Dişlerini fırçalayan, tırnaklarını temiz tutan, önlüğü ütülü yakası kolalı ilkokul talebesinin başöğretmenden aferin alması gibi, notumuz yükseltilince bir seviniyoruz ki, düşman çatlatacaz neredeyse...
Doğrudur ki, bankalarımız kriz sınavını başarı ile geçtiler. 2009’da aflatoksinli işlere girmediler (zaten krizden önce ne olduğunu da pek kimse bilmiyordu); pek kur riskine de girmediler; patronlarına krediler hiç vermediler; bu bağlamda başkasına da pek kredi vermediler; balayı dönüşü iki yakasını bir araya getiremeyen kamunun borç senetlerine yatırım yaptılar.
Küresel krizi fırsat bilen Merkez Bankamız da son derece atik ve akıllı bir davranışla faizleri 10.25 puan indiriverdi. Eskiden, yüksek faiz-düşük kur terazisinde faizi usulca düşürüp döviz kurunu sıçratmamak için ter dökerdi. 2009’da cari açık sorun olmaktan çıkınca, bir de bütün dünyadaki faizlerin de düşmesiyle, paranın kaçış riski ortadan kalktı. Bir çırpıda düşüverdi faizler...
Faiz düşeşi... Pardon, faiz düşüşü ilaç gibi geldi; uzun vadeli varlıkları kısa vadeli mevduatlarla fonlayan bankalarımız 2009 senesinde elde tuttukları bono ve kredi portföyünün yeniden değerlemesinden dolayı 20 milyar TL’nin üzerinde kâr ettiler.
Ekonomi % 6 küçüldü, gelecek beklentileri kötümserleşti, bilançolar daraldı, yatırım planları ertelendi, ithalat ve borçlanma azaldı. Enerji faturası da küçülünce memleketin döviz açığı 2009’da iyice daraldı. ‘Görünmeyen’ kalemlerden gelen dövizler, nereden geldiği bilinmez, kendini gösterdi ve 2008’in son çeyreğinde iyice değer kaybeden Türk Lirası 2009’da kendine geldi.
Merkez Bankamız, fırsat buldukça döviz aldı, rezervlerini güçlendirdi, 2009’un son çeyreğinde altı milyar dolar tutarında dövizi piyasadan satın aldı.
İşte bu tabloyu gören değerlendirme kuruluşları, Türkiye’nin kredi notunu yükselttiler.
İyi de, bana göre kredi derecelendirme kuruluşlarının kredibilitesi sıfıra yakın. Uskur suyuna bakıp dümen tutan kaptanlar gibi, geçmişe bakıp not veriyorlar. Geleceği göremiyorlar. Yunanistan’ın 300 milyar Avro dolayındaki tahvillerine A notu vermişler... Lehman’ın batacağını, AIG’nin tıkanacağını, İzlanda’nın takılacağını değil tahmin etmek, hayal bile edememişler. Bir bankacı dostum, derecelendirme kuruluşları için ‘yatacak yerleri yok’ dedi. Özetle, artık verdikleri notun bir kıymeti yok. Aniden allak bullak olabilen finansal piyasaların çok arkasından gelen, hantal bir öngörü sistemi bu kredi derecelendirme işi…
Kamuoyuna yansıdığı kadarı ile kredi notunun artması, sanki ekonomi yönetiminin başarısı gibi lanse ediliyor. Oysa, yıllardır kangren olmuş kamu açıkları azalırken, son krizle trend tersine döndü.
Kredi notumuzun artması iyi bir şey belki ama bugünün şartlarında gözümüz ‘rekabet edebilirlik’ endeksinde olmalı.
Başka ülkelere göre, daha mı rekabetçiyiz, daha mı hantalız? Sürdürülebilir rekabet avantajımız nerede? Örneğin, Anadolu topraklarındaki zengin kültür mozaiği ve Türkiye’nin eşsiz doğal güzellikleri, turizm sektöründe sürdürülebilir bir rekabet avantajı sağlıyor ülkemize. Neden turizmde güçlü bir oyuncu olmamıza rağmen, halen Avrupalı tur operatörlerinin iki dudağı arasında sıkışıp kalıyoruz? Türk müteahhitlerinin bölgedeki gücünü kalıcı kılmak için ne yapıyoruz? Türkiye (özelleştirme hariç) direkt sermaye yatırımlarını çekme konusunda başka ülkelere göre ne durumda?
World Economic Forum’un her sene yayınladığı Global Rekabet Edebilme Endeksi sıralamasına göre, Türkiye 2009’da ölçümlenen 133 ülke arasında 61’inci sırada (2008= 63). Bu çalışmanın alt detaylarına indiğinizde, Türkiye’nin fikri hakların korunmasında 105’inci, yargı bağımsızlığında 74’üncü, şirketlerde azınlık haklarının korunmasında 98’inci, kadınların işgücüne katılımında 125’inci, yeni girişimler için risk sermayesinin temin edilebilmesinde 107’inci sırada olduğunu görüyoruz. Araştırmaya cevap veren CEO’ların en problemli gördükleri konuların başında vergi mevzuatının karmaşıklığı, finansmana ulaşmadaki zorluklar ve bürokrasideki verimsizlikler yer almakta. Kısaca, Türkiye’yi global anlamda rekabetçi kılabilmek için daha çok sayıda reform yapılmalı.
Hani bir fıkra vardır: Temel ile Dursun safaride dolaşırken birden bir aslan ile karşılaşırlar. Tehlikeli bir şekilde yaklaşan aslanın karşısında her ikisi de korkudan donakalırlar. Bu esnada Temel usulca çizmelerini çıkarıp spor ayakkabılarını giyer. Dursun şaşkınlıkla, “Temel ne o? Aslandan hızlı mı koşacaksın?” der. Temel ise, “Yoo, senden hızlı koşsam yeter!” diye cevap verir.
Daha fazla borçlanmak yerine daha hızlı koşmak esas olmalı. Borçlanma işini de özel teşebbüse bırakmalı.
Küresel finans krizinin başladığı ilk aylarda, efsane yatırımcı Warren Buffett Amerikan ekonomisini maraton koşabilen bir atlete benzetmişti. “Şimdilik bir kalp krizi geçirdi, ama tekrar ayağa kalkıp hızlı koşacağından hiç şüphem yok” demiş idi… Nitekim Amerika’dan gelen faiz artırım sinyali atletin ayaklanıp yeniden koşmaya başladığının işaretini vermekte.
Öte yandan, Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya derken ışıklar yandı ve Avrupa’nın birçok ekonomisinin ne kadar hantal olduğu konuşulur oldu. Not verenler, yine piyasaların gerisinde kalmış oldular.
Kredi derecelendirme kuruluşları kendilerine yatacak yer arasınlar... Biz de gözümüzü uzun vadede sürdürülebilir rekabet avantajı ve katma değer yaratacak reformlardan ayırmayalım.
www.weforum.org
www.standardandpoors.com