Aslında bu haftaki yazımda, ‘Ne olacak bu EURO’nun hali?’ diye bir yazı yazacaktım... Değinmeden geçemeyeceğim. Global krizden önce ABD’nin dev boyutlu cari açıkların sebebi ile Dolar serbest düşüşe geçmişti. Euro ise, bir ‘güven abidesi’ gibi, değerini muhafaza ediyordu.
Varlık fiyatlarındaki balon patlayınca, ilk başta Dolar yükseldi, çünkü yatırımcılar riskli pozisyonlarını küçülttüler. Sonra, Dolar tekrar düşüşe geçti, çünkü Fed’in sisteme enjekte ettiği trilyon dolarlarla, enflasyon gelecek endişesi sardı.
Şimdi ise, bambaşka sebeplerle Euro düşüyor: Gerçeklerden dolayı…
Hani bir hikâye vardı: Sadece akıllı insanların görebileceği, görünmeyen kumaştan Kral’a elbise diken bir terzi; bu görünmeyen elbisenin Kral hazretlerine çok yakıştığını söyleyen bir dalkavuk kitlesi ve kimsede olmayan bu müthiş elbiseyi giyip kibir kibir dolaşan bir Kral... Taa ki, bir çocuk, Kral çıplakmış deyinceye kadar...
İşte bu günlerde Euro’nun görünmez kumaşının altındaki gerçekler ortaya çıkar oldu. Yunanistan, İspanya, Portekiz ve hatta İtalya, yüksek kamu borçları ile bir anlamda halklarının refahını finanse ettiler. Herkese ücretsiz sağlık sigortası, zengin emeklilik şansı, otoyollar, tatiller, haftada 35 saat çalışma vs. gibi güzelliklerle, devlet kasasından yiyip içtiler. Kral mutlu, halk mutlu derken, krizle birlikte gerçekler ortaya çıkıverdi. Şu anda Euro’nun düşmesine sebep olan gerçekler öyle bir günden diğerine düzelecek gibi gözükmüyor. O detaya girmeyeceğim.
Demek istediğim, biz gerçekleri sadece kriz ortaya çıkınca görüyoruz.
Her gün yeni bir kriz ile uğraşmayı sevenler, hele hele “krizi iyi yönettik” diye bundan kendine paye çıkaranlar, çözümü 10-20 yıllara varacak sorunları sevmezler. Kriz yoksa bazı önemli ve temel sorunları yarına bırakırlar. En azından, önlem almada ivediyet hissetmezler.
Örneğin, Türkiye’de kırmızı et sektörü alarm vermektedir; üreticiler canhıraş çığlıklar atmaktadır; geçen sene enflasyon % 5 iken et fiyatları % 50 artmıştır; ama kriz yoktur.
Bir gün kasapta et bulamadığınızı, süpermarketteki reyonlarda tavuktan başka bir et bulunmadığını düşünün. Halk panikleyecek, protein dolu kırmızı et ihtiyacının karşılanamadığı bir durum ortaya çıkacaktır. Medyanın da dolduruşu ile hemen bir kriz ilan edilecek ve devlet büyüklerimiz krizin giderilmesi için her türlü önlemin alınmakta olduğu, halkımızın en temel besin kaynağı olan etten mahrum kalmayacağı mealinden beyanat ile gazete ve televizyonlarda bol bol boy gösterecek ve halkımızı rahatlatacaktır.
Belediyelerde ve Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nda kurulacak kriz masalarında, eli telsizli, LCD ekranlardan tüm Türkiye’deki büyük ve küçükbaş hayvan stoğunu artık adları ile takip edebilen bir kriz ekibi 7 gün 24 saat et krizini yönetecektir. Üreticiler ellerindeki hayvan stoklarını derhal bu merkezlere bildirecek, her hayvan kesiminden önce mutlaka izin almak zorunda kalacaklardır. Bununla kalmayıp, et fiyatlarında spekülasyon yapanlar, halkımızın et yiyebilmek gibi en temel anayasal hakkı ile oynandığı düşüncesi ile en ağır şekilde cezalandırılacaklar.
Bir yandan iç piyasada sıkıyönetim önlemleri alırken, diğer yandan, devletçe izin verilen bazı ‘şanslı’ firmalar, bugün için yasak olan et ithalatı konusunda kolları sıvayacaklar, dünya kadar para kazanacaklardır.
Tabii et üreticileri ve büyük hayvan stoğuna sahip ülkeler, Türkiye’den gelecek bu dev talep karşısında önce fiyatları arttıracak ve sonra da keyifle, halkımızın kırmızı et ihtiyacını karşılayacaklardır. Nereden geldiği belli olmayan bir dolu et, üzerindeki kriptik harfleri, yabancı lisanlı etiketleri bile çıkartmaya fırsat olmadan, reyonlarda tüketime sunulacaktır.
Arada, gazeteler bu krizin nasıl çıktığını araştıracaklardır. Arka planda inek resmi olan grafiklerle, aslında Türkiye’nin hayvan stoğundaki azalışın son 20 senedir ciddi alarm verdiğini; 1991’de 55 milyon olan büyük baş hayvan sayısının 2007’de yarıya indiğini; artan kırmızı et fiyatlarından dolayı damızlık hayvanların dahi kesilmekte olduğunu; Türkiye’deki veraset kanunları dolayısı ile hayvancılık yapmaya uygun arazilerin bölüne bölüne imara açıldığını; hükümetlerin taban fiyat uygulamaları ile siyasette kazanalım derken, aslında yem fiyatlarını arttırarak hayvancılığı zarar eder hale getirdiğini, bir bir yazacaklardır.
Diğer yandan, gazetelerin ahiret ile ilgili köşelerinde bir yanda domuz eti diğer yanda da kırmızı et üreten Avrupalı firmalardan satın alınacak etlerin yenmesinin günah olup olmadığına dair sorular, hiç kuşkusuz, cevap arayacaktır. Kurban Bayramı’nda kesilecek etlerin yurda getirilmesinde hangi belgelerin alınması gerektiği konusundaki yönetmelikleri düzenleyecek zaman olmadığından, on binlerce hayvan, Ahırkapı önlerinde bekleyen gemilerde maalesef telef olacaktır.
En sonunda bir dizi önlemler alınacak ve kırmızı et sorunundaki kriz de, başarı ile atlatılmış olacaktır. Halkımız Arjantin’den, Ukrayna’dan, Suriye’den gelen etlere de alışacaktır.
Akıl yolunda, besicilerin bugün dediği gibi, ‘süt tüketimi’nin yaygınlaştırılarak daha çok inek beslenmesini ve bunlardan doğacak erkek sığırların da kırmızı ete dönüşmesini teşvik edilecektir. Tabii o gün, AB yolunda bu mümkün olacak mıdır, bilinmez.
Her nedense, krizler gerçekleri görme zamanıdır. Hükümetler, zor konulardaki önlemleri kriz anında daha kolay alabilmektedir. Halklar, tabiri caizse, ölümü görüp sıtmaya razı olmaktadır.
Baraj gölü taşıyor diye, kapakları açıp deredeki evleri sele teslim etmek bir kriz çözümüdür... Kriz anında, zaten başka da yapacak bir şey yoktur.
Dere yatağındaki imarı denetleyip, bir gün taşkın olur diye suyun akışını şimdiden yönlendirmek ise, her gün yapılabilecek bir şeydir.
Maharet, krizi yaşamadan, görünmeyen kumaşın altındaki gerçekleri önceden görüp önlem almaktır.