Breuer’in cesareti Nietzsche’yi nasıl iyileştirdi?

Köşe Yazısı
25 Mayıs 2011 Çarşamba

Tana ESKİNAZİ ALALU

 

İrvin Yalom’um “Nietzsche Ağladığında” adlı kitabını okumuş muydunuz? Benim çok beğendiğim bir kitaptır. Geçen gün arkadaşım filmini verdi ve seyrettim. Yine beni çok etkiledi. Hikâye, daha konuşma terapisinin olmadığı dönemlerde Dr. Breuer’in (M. D.) duanın ve Hıristiyan inanışındaki günah çıkarmanın insanlara iyi geldiğinden ve fiziksel hastalıkların zihinsel sıkıntılardan kaynaklandığı düşüncesinin yeni yeni yeşerdiği ve psikoterapinin babası olarak anılan Freud’un gençlik zamanında geçiyor.  Ünlü filozof Nietzsche (aynı zamanda varoluşçu psikolojinin en önemli kişilerinden biri olarak anılır) varoluşçu bir yalnızlık çekmektedir ve bunu farkında değildir. İnanılmaz migrenleri vardır. Nietzsche’nin kendisine aşık olduğunu bilen bir Rus Hanım Dr. Breuer’den Nietzsche’yi iyileştirmesini ister. İki güçlü karakter Nietzsche ve Dr Breuer önce hafif, bir kim daha güçlü çatışmasına girer ve sonunda Dr. Breuer yakın arkadaşı ve meslektaşı olan Freud, Nietzsche’ye yardım etmek istiyorsa Dr. Breuerin kendisini ona açması gerektiğini söyler.

Nietzsche’yi iyileştirmek üzere yola çıkan Dr. Breuer cesurca kendi umutsuzluğunu, ümitsizliğini Nietzsche’ye açar.  Karısı ile ilişkisinin açıldığını ve hayatını sadece gururla taşıdığını bir görev olarak gördüğünden bahseder.

 Bunun ne zaman başladığını hatırlamasını isteyen Nietzsche’ye, bunun terapi yaptığı bir hanıma aşık olmasından beri süregeldiğini söyler. Nietzsche’nin ise varsayımı ve onunla yaptığı imgeleme çalışmaları sonucu şunları duyar.

Bu hanım, aynı danışanı Dr. Breuer’e, onun kendi hayatındaki tek erkek olduğunu ve ne kadar mükemmel olduğunu söylemesiyle her şey başlar. Dr. Breuer sıkıntılarından kaçmak için hep bu bayanın hayalini kullanır ve onu mükemmel olarak algılar. (Ancak şöyle de bir bilinçaltı tesadüfü vardır ki bu hanımın adı ile Dr. Breuer’in 3 yaşında kaybettiği annesinin adı aynıdır. Ve böylece Dr. Breuer, Nietzsche’nin de yardımı ile annesinin ölümü ve yalnız kalma, terk edilme, ölüm korkularının farkına varır). Aslında bu hanım onun için tutkuyu temsil etmektedir. Ancak Dr. Breuer öyle bir yerdedir ki, bir sürü şeyi başarmış, ünlü olmuş ve artık onu hayatında zorlayacak ve heyecanlandıracak bir şey kalmamıştır. Elinde olanlara, işine, ailesine, çocuklarına cepte keklik gözüyle bakar. Sanki bunlar zaten elde edilmesi gereken olgulardır, sanki bu yaptıkları ona sadece kültürü ve eğitimi olarak dayatılmış bir yaşayış şeklidir. Kendi seçtiği değildir.

İşte tam o sırada Nietzsche, Dr. Breuer’e şu meşhur sorusunu sorar: “Hayatını tekrar tekrar aynı şekilde yaşasan aynı başarıları, aynı sıkıntıları yaşasan neyi faklı yapardın?”

Yaşlanmak, ölüme yaklaşmak korkusu, ölüm korkusu herkes gibi Dr. Breuer’i de gerçekten etkilemektedir. Ve Dr. Breuer arkadaşı Freud’den onu hipnotize etmesini ister, zira şu anki hayatına dayanamamaktadır. .

Hipnotize olduğunda, Dr. Breuer ailesini terk ettiğini, danışanı olan hanımı görmeye gittiğini ancak o sırada o hanımın bir başkasına ona söylediklerinin  aynısın söylediğini duyar. Yani yanındaki beye, onun hayatındaki tek erkek olduğunu söyler. Umutsuzlukla geri dönen Dr Breuer, sakalını keser, gençleşir, kıyafetlerini değiştirir. Artık bakacak kimsesi yoktur, özgürdür, sorumlulukları yoktur, sadece geçinmek için garsonluk yapar. Ve bir seferinde arkadaşı Freud ve Nietzsche’nin kız arkadaşına servis yaptığının farkına varır ve kendini inanılmaz kötü hisseder. Ve kendini nehre atıp ölmek ister. Ve tam o sırada Freud onu hipnozdan geri çağırır. Dr. Breuer yaşadığı hayatın kıymetini anlar. Onun için ailesi, eşi, çocukları, hastaları önemli olduğunu kavrar. Böylece hayatının onun kendi seçimi olduğunun farkına varır.

 Nietzsche ise Dr. Beuer’in bu samimi açılımından dolayı artık bir arkadaş kazandığının farkına varır ve kendi yalnızlığından kurtulur. Çünkü insanı hayata bağlayan hayatındaki gerçek ilişkilerdir.

İşte böyle, bazen hayatımız monotonlaşır, başkasının bizi kurtarabileceğini zannederiz, ancak kendimizden kaçıyoruzdur. Hayatımızda bazı şeyleri fazla yapıp diğerlerini az yapmaya başladığımızda alarm çalmaya başlar.  

Aynı hayatı tekrar tekrar yaşama fikri, insanı kendine getiren şok bir farkındalık edinme deneyimidir.

İyi bir hayat yaşamamızın bizim dışımızda olduğu düşüncesine saplanırız bazen, ancak bu bizi hiçbir yere götürmez. Bu düşüncede de kaldığımız sürece de hayatımızda olumlu bir değişiklik olmaz.

Olanı seçiyor muyuz yoksa olana boyun mu eğiyoruz? Bazen her şeye boyun eğiyoruz gibi gelse de, bu her zaman doğru olmuyor. Ancak deneyimlerimizi yorumlama şeklimiz hayat kalitemizi belirliyor.

Bunun için şöyle düşünebiliriz “Hayatım ile ilgili farklı ne yapabilirim? Pişmanlık olmadan neyi farklı yaparım? Hayatımı zenginleştirecek şeyler neler? Kendime neleri katarım?   Bu yıl ya da beş yıl sonra hayatımda yaşadığım pişmanlıklar yüzünden aynı üzüntüyü yaşamamak için şu anda hayatımda ne yapabilirim? Nasıl iyi yaşamadım? Hayatımla ilgili pişmanlıklarım neler? Sevebileceğim bir kaderi nasıl yaratırım?”

Hayatımızı böyle yönlendirirsek bu bizi kaygıya odaklanmaktan kurtarır.

Nietzsche der ki, KENDİNİ VAR ET, POTANSİYELİNİN FARKINDA OL, CESUR VE TAM ANLAMIYLA YAŞA.