Geçtiğimiz günlerde yazarlarımızın ardı ardına yeni kitapları yayınlandı. İzmirli yazarlardan Avram Ventura’nın ‘Karataş’, Rakella Asal’ın ‘Gül Sokak’ ve İstanbul’dan Miryam Şulam’ın ‘72’ isimli kitapları düzenlenen imza günlerinde okuyucuları ile buluştu.
Heyemola Yayınları’nın geçen sene başlattığı ‘İZMİRİM Kitap Dizisi’ projesi kapsamında İzmir’den 41 yazar, İzmir’in 41 ayrı semtinin 40 yıl öncesini yazmaya davet edilmişlerdi. Eski bir Karataşlı olması nedeni ile Avram Ventura Karataş, Rakella Asal ise Gül Sokak semtlerini üstlenmişlerdi.
Rakella Asal’ın kitabını henüz edinemedim. Ama deneyimli yazar Avram Ventura’nın imzalayarak armağan ettiği ‘Karataş’ı, benim de bir eski Karataşlı olmam nedeni ile bir çırpıda bitiriverdim. Satırları beni çocukluk, gençlik yıllarıma taşıdı. Anılarım depreşti, gözlerim doldu, çoğunlukla da özlemle gülümsedim. Anıların birinden diğerine sürüklendim. Son sayfasına geldiğimde kitabın bittiğine üzüldüm. Her İzmirli, satırlar arasında kendisinden veya ailesinden birşeyler bulacağı bu kitabı kesinlikle okumalı. Heyemola Yayınları İzmir’e gerçekten çok büyük bir hizmette bulunmuş. Yayınevini ve katkıda bulunan yazarlarını kutlamak gerekir.
30 Nisan’da Miryam Şulam’ın ‘72’ ismini verdiği kitabının İzmir’de imza günü vardı. Kısıtlı zamanımıza rağmen, günlük güneşlik bir Cumartesi günü gerçekleşen bu etkinliğe, birkaç dakika için bile olsa uğradık. Miryam, dışarıdaki güneşi aratmıyordu. İyi ki gitmişim. Gülen gözleri ile etrafı aydınlatan, sıcak, sevgi dolu, pırıl pırıl bir güzel insan tanıdım! Yazarımız kitabında, kendi içsel seyahatlerini 72 ayrı başlıkta kısa kısa dile getirmiş. Farklı bir yazı düzeni içinde oldukça berrak bir anlatımla ifade ettiği duygu ve görüşlerini okurken, zaman zaman onunla birlikte sürükleniyor, zaman zaman ise kendi bakış açınız ya da yaşamın gerçekleri ile çelişen görüşlerinin, sizi kendi içinizde yargılamalara yönelttiğini fark ediyorsunuz.
Kitabını bitirince ilk sayfasına döndüm tekrar. Mutluluk Sokağı başlığında aslında tüm kitabı özetleyen keşişin sözlerine:
Mutlu kim? Kendini kontrol edebilen.
Nasıl yani? Farkındalık. Olanı gör olmayana takılma. Kendini gör başkasına takılma. Yetinmeyi bil, şikâyeti sil. Yaşama saygı duy, insana sevgi. Erteleme hayatı, yaşa her anı ve mutlu olmayı iste, onu seç. Kendini mutluluk sokağında bulursun.
Okuması ne güzel ama çok istenmesine rağmen başarılması ne kadar zor diye düşündüm. Kendime döndüm. Başarmakta zorlandığım şeylerden biri, haksızlıklar, çarpıtmalar, süslü yalan dolanlar karşısında tarafsız kalabilmek olduğunu anımsadım. Miryam’ın keşişi ne de güzel söylemiş... Kendini gör başkasına takılma!
Kızmamız gereken bir olayla mı karşı karşıyayız? Kızma! Birinden bir kazık mı yedin? Üzülme! Bir yakınını mı kaybettin? Meleklerin yanında olduğunu düşün! Biri sana kötülük mü yaptı? Unut gitsin! Birileri gerçekleri çarpıtıp başkalarının hakkını mı yiyor? Sana ne, sen kendininkine bak! Birileri durduk yerde arkadan arabana mı çarptı? Cana geleceğine mala gelsin! Durakta otobüs beklerken ehliyetsiz araba kullanan delikanlı durağa mı girdi? Çok şükür bir iki kırıkla atlattık!
Bunları başardığımızda ‘olgunluk’ yolunda adım atmış olacağız... Ya da keşişimizin sözleri ile: kendimizi Mutluluk Sokağı’nda buluvereceğiz.
Neden başaramıyorum? Ya da zaman zaman başardığımda, neden vardığım nokta ‘suskunluk ile karışık bir küskünlük’ oluyor? Sonra da oturup soruyorum kendime “bu daha mı iyi oldu?” diye... Her şey içimde kalıyor!... Sonra da o içimde kalanların bana zarar vermemesi için yeni bir mücadele başlıyor. Bir süre sonra ruh halim aniden bir boşvermişliğe, umursamazlığa yöneliyor. Ve o an fark ediyorum ki en uygun çözüm o kızdığım veya davranışlarını tasvip etmediğim insanlardan uzak durmak... Uzak dur ki içinde kalsın! Uzak dur ki içinde tutmak kolaylaşsın... Ben de öyle yapıyor, susuyor ve uzaklaşıyorum...
Keşişin söylediği bu mu acaba? Kendini gör, başkasına takılma!
Murathan Mungan’ın keşişinkine paralel cümleleri geldi aklıma:
‘Büyümek’ denir adına... Benliğini içeri çekersin. Saklarsın yaralı kalbini, gözyaşını içine akıtırsın... Perde üstüne perde çekersin kimsesiz odanın penceresine... Perde üstüne perde çekersin çocuksu düşlerine, aykırılığına, içinden konuşmalarına... Büyümek dedikleri aslında, bu korkunç boşlukta hep üşümektir...
Bernard Show ise Mungan’ın ve keşişin önerilerine karşı çıkıyor... Bir ikilem yaratıyor sözleri ile zihinlerimizde. “İşleyebileceğiniz en büyük günah, başkasından nefret etmek değil, ona kayıtsız kalmaktır. İnsanlık dışı olmanın özü nefret değil kayıtsızlıktır...”
Hangisi doğru acaba?
Kısacası bu ‘büyümek/olgunluk’ denilen şu ‘Mutluluk Sokağı’nın vizesi, çin işkencesi gibi bir şey!
Sonra da içimdeki ötekinin ısrarlı fısıltılarını duyuyorum. Karşına çıkanlardan, görüp yaşadıklarından, tasvip etmediklerinden kendin için bir çıkarım yapmalısın. Onların her biri sana neleri ‘yapmaman’ gerektiğini öğretmek için karşına çıkıyorlar... Bunlar sana yapılmış kötülükler değil, tekamülünü sürdürebilmen için sana verilen öğretiler!.. Bilgelik taslayacak ya..
Oğlum, evladım, unutuyor musun; yaş 63...
Olsun!... Öğrenmenin, tekamülün yaşı olmaz!...
İyisi mi, biz önce bu kısa git-gel’e vesile olduğu için Miryam’a teşekkür edip “emeğine, kalemine sağlık” diyelim, sonra da Hayyam’ın konumuza uygun anlamlı dizeleri ile noktalayalım bugünkü sözlerimizi.
Akılla bir konuşmam oldu dün gece, / Sana soracaklarım var dedim. / Sen ki her bilginin temelisin, / Bana yol göstermelisin./ Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?/ Birkaç yıl daha katlan dedi. / Nedir; dedim bu yaşamak?/ Bir düş, dedi, birkaç görüntü. / Evi barkı olmak nedir dedim; / Biraz keyfetmek için / Yıllar yılı dert çekmek, dedi. / Bu zorbalar ne biçim adamlar dedim;/ Kurt, köpek, çakal makal, dedi. / Ne dersin bu adamlara, dedim; / Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi. / Benim bu deli gönlüm, dedim; / Ne zaman akıllanacak? / Biraz daha kulağı burkulunca, dedi. / Hayyam’ın bu sözlerine ne dersin, dedim. / Dizmiş alt alta sözleri, /Hoşbeş etmiş derim, dedi...
Kalın sağlıcakla...