Bundan birkaç hafta önce “bir maniniz yoksa düğünümüze bekleriz” davetini müteakip, günü gelince, klan üyeleri, doluştuk uçağa. İstikamet: Barselona. Orada bizi gelin (bizim taraf), damat (familya etranjero) ailesi karşıladı. Duygusallık elle tutulacak kadar yoğundu ki bir şey fark ettim; havaalanlarındaki yoğun ‘toz’ insanın gözünü yaşartıyor. Dur diyeceksiniz, daha merhaba faslından mı başladınız. Evet, oradan başladık… Zira kızımız (aman aman, benim kızım zannedip de düğününe çağırmadılar diye alınmayın, sevgimizden, bir aile gibi olduğumuzdan kızımız diyorum) “Edükeyşin” sebebi ile yıllardır yurt dışında, zaten hasret var… Ööööle sarmaş dolaş olmalar, baba ile kızın öööle gözlerinin içine bakıp, bakıp bir daha sarılmalar, bilirsiniz işte; duygusallaşıyor insan… Neyse buluşup, alanda bi güzel ayaküstü ağlaşıp, hasret giderme bitince, ‘Novia Tour’ ile şehir turu filan derken, (bir bilgiyi söylemem gerek: nasıl başarmışlarsa başarmışlar sadece Barselona’ya gelen yıllık turist sayısı 25 milyon, nasıl etkileyici değil mi? Darısı İstanbul’un başına) yemek için yaşadığımızı hatırlayıp, bir ‘tapas’cıya attık kendimizi… CMYLMZ’in dediği gibi “evriting lidıl lidıl in tu di midıl” şeklinde bir yedik ki, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Yemekten sonra panoramik şehir turuna uykulu gözler ile devam ettik, bitmeyen ve daha bitmeyecek olan Sagra de Familya’nın hikâyeleri, Gaudi’nin dâhilik ile delilik arasında kalan eserleri, şehrin tepeden görünümü… Filan falan derken akşamı ettik. Akşam yemeği için tavsiyemdir, ‘Barcelonetta’ bilumum (anladınız siz onu) deniz ürünlerinin, hızlıca servis edildiği, lezzet, fiyat, ambiyans dengesinin tutturulduğu bir yer. Sabahın kör karanlığından kalktığımız için, Barselona gecelerine akamadık… Zaten bu adamların saat standartları bize göre değil, lokantalar 10’dan önce, gece kulüpleri ise 2’den önce boş… Anlayacağınız tam bize göre! Direkt yatağa gittik…
Ertesi gün; meşhuuur Las Ramblas Caddesi gezimiz ile başladık güne. İyi hoş güzel de inanın bizim Beyoğlu, İstiklal Caddesi 5 çeker Ramblas’a. Hele bi başla Taksim’den, öyle yavaaaş yavaş Tünel’e kadar devam et, gir ara sokaklara, Çiçek Pasajı’na, bitiremezsin valla… İn Karaköy’e, geç köprüyü, uzan Mısır Çarşısı’na, Eminönü Yeni Camii’ne, dolan Balık Pazarı’nı, tenekecileri… Günün yetmez… Tapas da neymiş, “evriting lidıl lidıl in tu di midıl” mi çekti canın? Alası var bizim mezecilerde, hem de istersen ‘törning börning’li versiyonu da var. Boğaz’a karşı rakının üzerine tanımam. Neyse canım teşbih bir yana hakkını da yememek gerek Ramblas’ın, sonuçta 25 milyon turisti çeken orası, yol üzerinde ‘La Bokeriya’ ya uğramadan geçmeyin; üstü kapalı bir alanda yüzlerce açık tezgâh dükkân, bildiğin balık pazarı, meyve sebze pazarı, bir de ‘adı lazım değil’den satıyorlar bol bol. Sunum güzel, aydınlatma güzel, etraf temiz, tertipli… Evropa işte... Bize yasak ama orada tüm yiyecekler açıkta satılıyor… Ramblas üzerinde artık oranın alamet-i farikası olmuş insanlar var, bunlar çok özenle makyaj yapıp çok detaylı kostümler giyen ‘sokak sanatçıları’ marifetleri bir konuyu veya tiplemeyi makyaj ve kostümle canlandırıp, siz önlerindeki kutuya para atana kadar heykel gibi hareketsiz durmak. Hakkını vermek gerek dakikalarca çok zor pozisyonlarda hiç kıpırdamadan duruyorlar… Bunların her daim önleri dolu, aman arka ceplere, çantalara dikkat. Ana caddeden ara sokaklara salındığınızda Yahudi Mahallesi, gitmezsek olmazlardan; bir sinagog ziyareti, eski zamandan kalma daracık sokaklar, kiliseler, tarihi yapılar otantik, ilginç, güzel görüntüler vs vs...
‘Low battery’ ışığımız yanınca, ver elini Port Olimpiko, yemek zamanı. Arkadaş! Bu adamlar deniz ürünleri işini çok iyi biliyorlar. Yanında buzzz gibi bir bira veya şarap, bak anlatırken yine canım çekti… Gitsek mi bir daha ne? Neler yedik neler, diyip geçeceğim konuyu. Yemekten sonra ‘oranın öğlen standartlarına göre 16.30 civarı’ akşam yemeğine yer açmak için yaptığımız yürüyüş sonrası otelde nedense uyuya kalmışım… Tuhaf… Şekerim mi var benim ne? Anlayacağınız yaklaşık 4 haftada özene bezene verdiğim 5 kiloyu geri alıp döneceğim İstanbul’a… Ne fena bir iş bu yaaa! Dört hafta uğraş iki günde geri al, adalet mi bu?
Akşam yemeği randevumuz saat 10.30’da 100 küsur senelik tarihi ve de gayet bilem meşhur bir yer Los Caracoles. Türkiye’den yer ayırttık da ancak yer bulduk. Anlayacağınız bulunmaz Hint kumaşı bir yer. Beyoğlu’nun yeniden düzenlenen arka sokakları otantikliğinde bir yerlerden geçerek ulaştık bu meşhur yere, of aman of… Zannedersin sebil yemek var, önünde bir kuyruk; fin al Kristof Kolomb heykeli… Biz kendimizden emin bir eda ile havalı havalı içeriye girmeye kalktık. Kalkıştık diyorum zira içeri girebileceğin boş bir koridor bile yok… Maç kuyruğu usulü birbirine ‘müsaade edilen’ en yakın temas mesafesinde bir kuyrukla giriyorsun içeri. Ne de olsa rezervasyonlu müşteriyiz ya, kötü haber: heyhaaat, geç kalmışız, masamızı vermişler, ‘kon loz mokoz’ durumu, iyi haber: ama biraz beklersek bir yer ayarlarmış… Buna da şükür! Bir an için aç kalacağım diye korkmuştum… İçeriye girmeyi başardığımızda bilin bakalım ne yedik…
Saat 01.00’ i geçtiğinde, geleneksel, “offf çok yedik be yaw” söylemleri arasında otel yolunda yürürken Şabat yemeği münasebeti ile damat tarafına giden düğünün ‘bizim kız’ tarafı da yemekten dönüyordu… Bi dondurma yiyelim mi? Az önce mide fesadı geçiren ve hayıflanan biz değilmiş gibi her şeyin üzerine bir güzel de dondurma yedik. ‘Dijestif’ niyetine… Arkadaşlarımız çok heyecanlıydılar. Düşünsenize ertesi gün nikâh. Yarın arkadaşımın kızı evleniyor… Aynı dönemlerde evlendik, aynı dönemde çoluk çocuğa karıştık, birlikte oynadılar, okudular, gezdiler… Bizler gibi onlar da birlikte büyüdüler... Sonra gün geldi, hayırlısı ile yuvadan ayrılma zamanı geldi, biliyorum onunla çok mutlu olacak, bizleri, ailesini hep özleyecek, ama işte ne bildim, insan bi… ? Artık akşamları eve geldiğinde evde olmayacak; yanağıma günün bütün yorgunluğunu alan bir ‘öpücük’ kondurmayacak; pazar sabahları birlikte yumurta yiyemeyeceğiz; bizim yatağa gelip derdini benimle paylaşmayacak; dedikodu yapamayacağız özgürce… Artık her ne kadar bizler her daim kral isek de, onun bir prensi var… Onların mutlulukları bizim mutluluğumuz, varsın gitsinler evden, yeter ki mutlu olsunlar…
Yüzyıllar sonra yeniden, turist olarak gittiğimiz İspanya’daki düğünün ayrıntıları azzzz sonra…
Sevgiyle kalın…