Ünlü polisiye yazarı Ahmet Ümit, geçenlerde insanlık tarihindeki ilk polisiye romanın Tevrat olduğunu söyledi. Fikrin kendisinden çıkmadığını da ekledi. Doğrudur. Aynı sözcüklerle olmasa da, bu fikri daha önce de dile getirenler oldu. Bu konuda söyleyecek birkaç lâfım var ancak kapsamı daraltmalı ve Tanah (Tevrat) yerine, Moşe’nin Beş Kitabı (Tora, Humaş) ile yetinmeliyiz.
Dilerseniz işe, polisiyenin tanımını yapmakla koyulalım. Başrolde bir suçlu vardır ama kimliğinin bilinmemesi, romanın başarısı açısından daha iyidir. Psikolojik bir gerilim yazılıyorsa, o başka tabii. Suçlu en baştan bellidir; kitapta işlenen, onu suça iten nedenlerdir. Eğer bir roman dizisi söz konusuysa, başrolde olan bir detektif ya da polistir ve romanda asıl öne çıkan, onun kimliği, kişiliği (hatta bıyıkları, pardösüsü) ve çevresidir (yakın ailesi, komşuları). Sonra tanıklar vardır. Genellikle çeşitli kapalı mekânlarda, bazen o mekânlardan birinin bahçesinde veya civardaki ormanlık alanda işlenmiş bir suç... Bazen bir seyahat sırasında bir gemi güvertesi, bir tren vagonu, şık bir otel... Ve mutlaka bir silah veya zehir. Ya da ağır bir cisim. Kafaya vurmak için. Bir golf sopası örneğin.
Ardından romanı tarif edelim. Her ne kadar hayal gücü sorunu olan bazı yazarlar işin kolayına kaçıp yaşanmış bir olayı veya gerçek bir yaşam öyküsünü romanlaştırma yoluna gitse de, roman baştan sona yazarın muhayyilesinde oluşturulmuş bir düzmecedir. Kocaman bir yalandır. Yazar birtakım kahramanlar yaratır, onlara karakterlerinin yanı sıra özgeçmişler yakıştırır, bir öykü kurgular ve ortaya bir roman gerçeği çıkar. Ancak yazmaya başladıktan sonra bir bakar ki, yarattığını sandığı kahramanlar onu tutsak alıp öykünün gerisini kendileri getirir. Kahraman düşündüğü kişi anti kahramana, silik karakterlerden biri ise esas kız ya da oğlana dönüşür.
Bunları nereden biliyorsun diye soracak olursanız, Estreya Seval adıyla yayımlanmış dört, yayımlanmamış on altı sevgi romanım var. Canımı en çok sıkan, yazdıklarımın benim başımdan mı geçtiğinin sorulması ve insanların, aşk sorunlarına benim çözüm bulmamı beklemeleridir.
Polisiye konusuna gelince, onlu yaşlarımdan itibaren çok uzun yıllar boyunca başta Agatha Christie’nin seksen küsur roman ve öyküsü olmak üzere, sayısız polisiye roman okudum. Agatha Christie’ye öylesine hayrandım ki, bazı kitaplarını üç ayrı dilde hatmettim. Çevirmenliğe ilgi duymam bundan kaynaklanıyor olabilir.
Artık Tora’ya eğilebiliriz. Tora, Kutsal Olan’ın Yaratılış için yaptığı plandır. İngilizce “the blueprint of creation” diye tabir edilir. Teknik resim çizmiş veya kullanmış olan orta yaşlılar bilecektir; örneğin bir inşaat planı, mavi bir çizim şeklinde olurdu. Yeni nesil artık CAD/CAM kullanıyor.
Tora’da suçlar, kapalı kapılar ardında işlenmez. Gan Eden’de İyi ile Kötüyü Bilme Ağacı’nın yasak olan meyvesi yendiğinde: Mekânın Cennet Bahçesi; kışkırtanın yılan; meyveyi koparan, ilk yiyen ve Adam’a verenin Hava; meyveyi ikinci yiyenin Adam olduğu açık açık yazılıdır.
Kayin, kardeşi Evel’e bir şey söyledi. Sonra kırda iken Kayin, kardeşi Evel’e karşı kalktı ve onu öldürdü (Bereşit 4:8). Burada açık olmayan bir nokta var mı? Bir tartışma oluyor. İki kardeş kıra çıkıyor. Kavga ediyorlar ve Kayin, Evel’i öldürüyor. Nedenini zaten biliyoruz. Kardeşler, Tanrı’ya sunuda bulunuyor. Tanrı, Evel’e ve onun sunusuna önem veriyor ama Kayin’e ilgi göstermiyor.
Örnekleri sonsuza dek çoğaltabiliriz. Yitshak’ın ilk doğan oğluna, yani Esav’a vermesi gereken beraha’yı (buradaki anlamı hayır duası) Yaakov’a vermesine neden olan, Rivka’dır. Yaakov’u Rahel yerine Lea ile evlendiren, kayınpederi Lavan’dır. Yosef’i öldürmeye çalışanlar, sonra da Midyanlı tacirlere satanlar, ağabeyleridir.
Gördüğümüz gibi mekân belli, suç belli, suçlu belli, suça aracılık eden belli, suçun nedeni belli, hatta cezası da belli. Tora’da bir suç işlendiğinde, genellikle belli olmayan suç aletidir. Tora’yı konsejika (masal) gibi değil de üzerinde kafa yorar ve en önemlisi, Tora metninin hemen altında yer alan ve metinden onlarca kez daha uzun olan yorumları iyice hazmedersek, polisiye romanmış gibi tiryakisi oluruz, o doğru.
Ancak Tora, polisiye değildir. Roman, hiç değildir. Yahudilik inancı gereği Tanrı’nın yazdırdığı bir metne roman demek ne kadar doğru, onun tartışmasına girmeyeceğim. Ayrıca insan eliyle yazılmış ve yazılması muhtemel hiçbir roman, Tora’yı andırma iddiasında bile bulunamaz. Tora, hayatı yaşama kılavuzudur. İnsana özgü her türlü duyguyu içerir. Neler yoktur ki içinde! Aşk, sevgi, kıskançlık, kuşku, ihanet, yalan, öfke, hırs, intikam, itaatsizlik, başkaldırı, yasaklanan ilişkiler, hırsızlık... ama en önemlisi:
Daha hiçbir şey yokken var olan, şimdi olan ve her hep var olacak olan, sonsuz sevgisini vermek istediği için Kendini çekerek evrene yer açan ve insanı yaratan aKadoş Baruh U (Kutsal Olan) var; O’na gözü kapalı güvenenler ve O’nu, Sözü üzerine gözünü kırpamadan canını verecek kadar sevenler var (örneğin Kızıldeniz daha yarılmadan kendini sulara atan Nahşon ben Aminadav); bir de emirlerine karşı gelerek canından olmayı göze alanlar var (Şabat günü inatla çalı çırpı toplayan adam gibi).
Tora, her kesimden insanın bin yıllar boyunca karşılaşabileceği her durumu ele alır ve yol gösterir; doğru ve yanlış örneklerle yönlendirir. Yanlış örnek, örnek değildir demeyin, ne olur. Yanlış örnek, iyi örnekten çok daha yararlıdır... anlayan ve ders çıkarmasını bilen için.
Yazımı, 26 Mayıs tarihinde Şişli Sinagogu’nda tesadüfen tanıklık ettiğim Tefilin takma töreninin kahramanı, çocuk sesiyle okuduğu ve yönettiği dualarla beni kendisine ve annesine hayran bırakan Bar Mitsva delikanlısı, yüzü Tora’nın ışığı ile aydınlanmış olan Yuda Yener Biçaçi’yi tebrik ederken söylediğim sözlerle son vermek istiyorum: “Güzel bir hayatın olsun. Tora’ya uygun bir yaşam sürdüren ve Tora’yı öğreten bir insan ol.” Ve imru Amen.