Cari açık bu aralar herkesi tedirgin ediyor.
Artarak devam eden cari açık dolayısı ile ekonomistler bölünmüş durumda: Bir yanda Türkiye’nin bölgesel güç olma stratejisi ve kamu borçluluk oranının düşüklüğü dolayısı ile cari açığının çok sorun olmadığını iddia edenler, diğer yanda ise gidişatın sürdürülemez olduğuna dikkat çekenler.
Krizden bu yana Türkiye büyüdü, istihdamını arttırdı, ihracatta yol kat etti, enflasyonu 40 yılın düşük seviyesine indirdi, üstüne üstlük parasını da değerlendirdi. Eyvallah. Ancak, son bir iki aydır ihracatta beklenen artışın gelmemesi, enerji fiyatlarındaki artışın sürmesi gibi olumsuz endikatörlerin bileşkesinden olsa gerek, gamlı baykuşlar cephesinde bir kümelenme başladı. Borsa’nın göçmesi ve dövizin kıpırdanması bir felaketin habercisi midir diye soranlar çoğaldı birden.
Haksız da değiller. Tabiri caizse, her kesimde pantolonlar aşağıda.
Sanayi desen, geçen seneki büyüme dolayısı ile yatırım seferberliğinin tam ortasında. Krediler gani, kur riski gani gani.
Tüketici desen, konut kredisi taksitleri ile ihtiyaç kredisi ve kredi kartı ekstreleri arasında yakartop oynamakta. Iska geçen her toptan sonra, “Bu ayı da kurtardık, gelecek ay Allah kerim...” demekte. Son verilere göre, 12 milyon tüketici bankalardan kredi kullanmakta. Resmi rakamlara göre Türkiye’de çalışan nüfusun 23,2 milyon olduğuna göre, her iki kişiden biri yarın daha fazla kazanıp bugünkü harcamalarını karşılayacağının hesabını yapıyor.
Yabancı yatırım bankaları sene başında yayınladıkları araştırma raporlarında 2011 yılı cari açık beklentisini GSYH’nin % 6,5’u olarak tahmin etmekte idiler. İlk dört aylık neticeler çıktı, görüldü ki cari açık dört ayda 30 milyar dolara ulaşmış; geçen seneki seviyesinin % 113 üzerine çıkmış. Araştırmacılar gecikmedi, hemen tahmini yükselttiler, % 8,7 seviyesine çektiler. Korkmasalar, bunun sorun olacağını da söyleyecekler ama malum.
Bu arada, cari açık konusunda neredeyse sabıkalı olan ABD’nin 2011’deki cari açığı geçen seneye göre % 6 artışla, Gayri Safi Yurt İçi Hasılasının % 3,2’sine ulaşmış.
Seçim öncesinde uluslararası derecelendirme kuruluşları “seçimden sonra not artışı gündemde...” gibi beklentiler pompalayan yazıları –en azından- tekzip etmediler. Seçimler geçti, şimdi cari açık dolayısı ile not düşüşünün gündeme gelmesi an meselesi.
İşte endişenin kaynağı burada. Biri düdük çalarsa yandık alimallah. Ne güzel büyüyorduk. Hisse ve gayrimenkul değer artışlarından ne güzel karlar ettik, faizlerin düşmesinden istifade edip ne güzel borçlar aldık... Aman bir gelip çomak sokmasa sakın.
Ya korkutursak? Yaşlı Avrupa’nın emeklilik fonlarını, Asya’nın ihracatçı kaplanlarının tasarruflarını veya petrol paralarını yönetenler “borç yiğidin kamçısıdır” özdeyişine uygun hareket eden halkımızı finanse etmekten vazgeçerlerse? Nice olur halimiz?
Cari açık konusunda çalan alarm zillerini görüp harekete geçen hükümet yetkilileri ilk iş olarak bankaları hedef aldı. Kar rekorları kıran büyük bankalar kündeye geldi. Önce bankaların Merkez Bankası nezdinde tutmak zorunda oldukları karşılıklar ciddi şekilde arttırıldı. Piyasadan ciddi para çekildi. Şimdilerde ikna yoluyla tüketici kredilerinin dizginlenmesine çalışılıyor. Arada krizde bile arttırılmayan TMSF primlerini arttırıldı.
Öte yandan, ithalatı dizginlemek çok da arzulanan bir şey değil. Çünkü ithalat coştukça, ithalde alınan KDV ve ÖTV sayesinde kamu bütçesi düzeliyor. İthalat azalırsa, devletin kasasına giren vergiler de azalacaktır. Orayı şimdilik açmıyoruz.
Bu arada, cari açık ile ilgili haberlere yer veren bazı saygın medya kuruluşlarının web sayfalarında yer alan okuyuculardan enteresan fikirler de ortaya çıkıyor: “...şunun derhal azaltılması lazım, her yerde taa Amerika kıtasından getirilmiş muzlar var bu ne saçmalık kardeşim, başa bela olmadan derhal önlem alınmalı!” veya “Demek ki ne yapmak lazım, ithal etmenin zorlaşacağı uzun metrajlı bir alt yapı kurmamız. Bu şekilde hem katma değer ülkede kalır hem de cari açık sorunu daha aza iner. Bu arada yurtdışına tatile de çıkmayın. Çünkü dört aylık turizm giderimiz iki milyar doları aşmış...”
Frenler sıkılmaya başladı, borçlanmayı caydırıcı önlemlerin arkası gelecektir. Fazlaca bir devalüasyona maruz kalmadan büyüme hızının % 8-9’lardan % 4-5 mertebesine indirilmesi trenin güç virajlarda raydan çıkmasını önleyecek tek çare gibi gözükmektedir. Bu mümkün müdür bilinmez, ama büyüme hedeflerinde biraz daha az agresif olmakta fayda vardır.